Mürekkep Damlasında 'Han Duvarları'ndan Semâya Yükselen Aşk Hikâyesi'


“Han Duvarları / Kalbe Düşen Kor” romanımız üzerine; edebiyat araştırmacısı yazar Metin ACIPAYAM’ın Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesi, Kültür Sanat “Mürekkep Damlası” sahifesinde kaleme aldığı, roman tahlili ve değerlendirme yazılarını aşağıda sizlere paylaşmak istedim.


“HAN DUVARLARI’NDAN” SEMÂYA YÜKSELEN AŞK HİKÂYESİ

Çağın başında hazırlanan büyük Akademi Lügati, doğduğu topraklarda, yani Paris’te; ilk iş olarak ‘roman nedir?’ sorusuyla başlatır edebî soruşturmasını… Bu çalışmada genel kabul gören tanım; “nesirle yazılan hayalî bir hikâye.” Nesrin ‘hayal’ ile buluşması, bir bakıma düzyazıyı hayalileştirmekte, böylece roman türü hayalin en derin ikliminde tüm bilimlere kapı aralamaktadır. İçerisinde psikanalizden astronomiye, sosyolojiden sosyal ve sayısal tüm bilimlere kadar her konuya açıktır roman… Biraz serazat, biraz serseri fakat daha çok geniş hikâye bütünü…

Aşk merkezindedir romanın… Her romancı aşktan bir dem verir karakterine… Sonra serüvenden serüvene girer şahıslar… Birbiri ardına gelişen olaylar ve konular… Cemil Meriç üçe ayırır romanda vuku bulan bu olaylar silsilesini… Birincisi; serüvendir, ikincisi aşktır, üçüncüsü ise fantastik hikâyelerden doğan kurgular…

Cemil Meriç tasnifinin ikinci sırasında yer alan aşk hikâyelerinden oluşan romanlardaki âşık karakterin hali ise tezatlıdır birçok kez, aşkın sularına yakalanan hangi insan tezatsız olabilir ki? Beşerin beşere duyduğu aşk eğer şehvetten arındırılmamış ise insanı hakiki istikamete götürmez, insanı insanda öldürür, doğru menzile sürüklemez. İşte tamda bu gerçeğin farkındadır Ali Avgın. Kaleme aldığı ‘Han Duvarları” isimli eser ‘kalbe düşen kor’ yani ateş dolu şu ithafla başlar; “tüm âşıklara ithaf olunur…” Yazar biraz cesurdur, eserini ‘tüm âşıklara ithaf edecek’ kadar âşık olan müellif, aşkı iliklerine kadar hissetmese nasıl var edebilirdi Satılmış’ı? Nasıl konuşturabilirdi Aslı’yı?

ÂŞIKLAR DİYARI MARAŞ

Bir âşıklar diyarı Maraş, ana mekân olarak tasarlanmış. Sonra başlamış Aslı ile Şeyhoğlu Satılmış ’ın içler açısı ‘aşk’ hikâyesi. ‘İç’i’ acıtmayan hangi âşk bakidir şu âlemde? İç’e ulaşmayan hangi duygu ‘dışı’ kuşatabilir? Şeyhoğlu Satılmış böyle bir karakter… ‘İç’ ve ‘dış’ oluş süreçlerini tamamlamaya çalışan, ‘içi dışı bir olan genç delikanlı…’ Temiz gözleri başka bir temiz gözlere değdiğinde ‘kalbe düşer kor.’ Ve böylece yüz yıllık aşk hikâyesi başlar.

Türk şiirinin büyük üstadı Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘bir yol hikâyesi’ olarak düşünüp kaleme aldığı o meşhur ‘Han Duvarları’ şiirini hatırlayınız… Yol ‘da olmayanın hikâyesi olur mu? Hikâyesi olanlardır yolda olanlar… Yol meşakkatli, yol ıstırap dolu… Lakin ‘Aşk’a’ sığınanlar için ‘yol bir kadeh sunar dudaklara…’ Aşk’ın kadehi… Mahzende yıllanır bu kadeh, duyumsar dudaklar ve sonra insan sarhoş olur; aşkın sarhoşluğudur bu…  Böylesine bir sarhoşlukla yazılmış o mısralar. Bu mısralar Faruk Nafiz üslubunun zeki kıvraklığıyla birleştiğinde tema; Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ‘ın hikâyesi oluverir. Büsbütün Anadolu’nun hikâyesidir bu. Sadece prototip karakter; Satılmış efendi… Halis bir Anadolu beyefendisi yazar Ali Avgın… Bir dünya kurmuşa benziyor kitap yazım aşamasında kendine… İçinde konuşan, Satılmış ile dertleşen, Aslı’yı uzaklardan izleyen, ara ara romanın ana karakteri olan Şeyh Selim Dede’yi dinleyen…

GÖK KUBBEDE YANKILANACAK BİR ‘AŞK HİKÂYESİ’

Şeyh Selim dede Maraş Mevlevihane’sinin son şeyhi. 1854 yılında doğan şeyh efendi 1925’te vefat etmiştir. Cepheden cepheye koşan bu manevi önderin tek bir gayesi vardır; “şu gök kubbede yankılanacak bir ‘aşk hikâyesi’ bırakmak…”  İşte bunun için seçmişti Satılmış’ı, üvey evladı olmasından öte hakiki evlat gibi bakmış, böylece O’nu aşka satmıştır, vakfetmiştir, böylece ismiyle müsemma bir insan var etmiştir. Selim dede romanda, ilmi, fikri, edebi bir kimlik dâhilinde hassas ve bir o kadar da estetike karakter olarak gözümüze çarpmaktadır. Milli mücadele yıllarında Mevlevi alayının başında üç yıl kalmış, böylece manevi irşat vazifesini ‘cihatla süslemiştir.’ Büyüklerin her anı cihattır, nefis ile yapılan büyük, cephede yapılan küçük…

Romanın yirmi birinci bölümünde vermiş olduğu mesaj dikkat çekicidir. Yanına gelen bir müridi cephe komutanından bağımsız şekilde ‘Şeyh Efendi’den’ herhangi bir mesele hakkında izin almak istemektedir. Şeyh Efendi temkinli bir tavır ile müridine; “burası cephedir evladım. Başımızdaki komutan bir nevi asker ocağının şeyhi sayılır. Askeri desturları ancak onlar verir. Sen, madem cepheye gitmek istersin, önce çavuşuna söyle, o silsile usulü ile komutanlarına iletir. Uygun görülürse seni gönderirler.” Burada verilen mesaj ‘tasavvuf-siyaset” ilişkisi açısından önemlidir.

MEHMET AKİFİN MISRALARI DÜŞTÜ HEYBEME

Hüseyin, ‘kutsal azaba’ yakalanan bir mustarip. Romanın merkezî karakterlerinden. O’nun adının her geçtiği bölümlerde Mehmet Akif’in şu mısraları düştü heybeme;

Dîni tetkik edeceksek, dönelim haydi geri; Alalım neş'et-i İslâm'a yakın bir devri: O ne dehşetli terakkî, o ne müthiş sur'at! / Öyle bir harika gösterdi mi insâniyyet? Devr-i fetrette kalan, hem de asırlarca kalan;Vahşetin, gılzatina'mâkına daldıkça dalan; Gömerek dipdiri evlâdını kum çöllerine,Bunda bir neşve duyan hiss-i nedamet yerine! / Önce dağdan getirip yonttuğu taş parçasını,Sonra hâlık tanıyan bir sürü vahşî yığını;Nasıl olmuş da, otuz yılda otuz bin senelik Bir terakki ile dünyâya kesilmiş mâlik? / Nasıl olmuş da o fâzılmedeniyyet, o kemâl,Böyle bir kavmin içinden doğuvermiş derhal?Nasıl olmuş da zuhûr eyleyebilmiş Sıddîk! Nereden gelmiş o Haydar'daki irfân-ı amîk?Önce dehşetli zıpırken, nasıl olmuş da, Ömer, Sonra bir adle sarılmış ki: Değil kâr-ı beşer? / Hâil olsaydı terakkiye eğer şer'-i mübîn,Devr-i mes'ûd-i kudûmuyle giren asr-ı güzîn,En büyük bir medeniyyetle mi eylerdi zuhûr? Mündemic olmasa ruhunda onun nâ-mahsûr / Bir tekâmül, o kadar hârika nerden doğacak? /

İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in ‘iman öncesi’ ve ‘iman sonrası’ insanı çizdiği bu karakter portresi Hüseyin’e tam da uymakta, Şeyh efendiden önce ‘sarhoş’ ‘bedbaht’ bir karakterde iken, ‘yol’a bağlanmayla’ ‘harika’ bir insan oluvermiş, madde-mana ilişkisini kurarak eşya ve hadiselerin ruhuna inivermiş böylece ‘şehadet’ şerbetinden yudumlayarak göklere uçuvermiştir.

AŞKA KURBAN OLAN YÜREK

Ya Aslı! Satılmış ’ın biricik aşkı, eşsiz sevdalısı… Aşk’a kurban olan yürek, güzel ve kederli kadın… Aşk’ı için ‘fena’ olmuş, yok olmuş, ‘yokluğunda var olarak ‘beka’ mertebesine ermiş, böylece ebedi âlemde aşkına varmıştır.

Necip Fazıl’ın ‘yokluğunda buldum seni’ mısraının karakteridir Aslı… Satılmış ‘ın ‘yokluğunda bulmuştur O’nu…’ Beşeri aşkın cenderesinden kurtulacağı anda terk-i hayat eylemiştir bu cihandan… Tıpkı sevdalısı Satılmış gibi. Mecazi aşk olmadan ilahi aşk olur mu? ‘İnanda isterse bir oduna inan…’ ‘Sevde isterse bir taş parçası sev…’ diyen büyük Allah dostu ‘inanabilme keyfiyetini’ sadece ‘sevme gerçekliğinde’ işaretliyor, böylece inananların sevebileceğini, sevebilenlerin inanabileceğini’ söylüyordu.

Ya Bekir! Şu nefsinin kurbanı olan Bekir… İnsanın ‘nisyan’ kökünden geldiği gerçeğinin vücutlaşmış hali olan Bekir… ‘Aldanan, aldatan, sathi olan’ Bekir. İki aşk şehidi olan Satılmış ve Aslı’nın arasında nefsinin kurbanı olan Bekir…

Hikâyeden daha fazla bahsetmeyeceğim…

Buğu bozulmasın…

 ‘Han Duvarları…’ meraklılarını bekliyor…


HAN DUVARLARI VE GELENEK İLİŞKİSİ

Ali Avgın tarafından kaleme alınan ‘Han Duvarları’ romanında pek çok gelenek unsuru vardır. Konunun ana teması geleneksel Türk Edebiyatından olan ‘Tasavvufi Türk Edebiyatı’ merkezinde ele alınmış olup kurgu bu söylem ve diyaloglar eşliğinde devam etmiştir. Ezanla başlayıp, ezanla biten roman ‘bir ezan arasında’ geçen hikâye izlenimiyle ‘İslami Devir Türk Edebiyatının’ ana unsuru olan ‘ezanı’ merkezileştirmiştir.

Şeyh Atıf Efendi’den Şemseddin Sivasi’ye, Ömer Ruşeni’den Bağdadi Hazretlerine, Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan Erzurumlu Emrah’a, Fuzuli’den Seyyid Şeref’e, Gazali’den Aşıklıoğlu Hüseyin’e kadar geniş ölçekli büyüklerin sözleri alıntılanmış, böylece hem içerik güçlendirilmiş, hem de romanın konusu ‘gelenekle’ irtibatlandırılmıştır.

Kitapta ilahiler, şarkılar, türkülerde gözümüze çarpmaktadır.

Genel itibariyle ‘Hüseyni’ ve ‘Segâh’ makamının seçilmesi ‘hüzün’ ve ‘coşku’yu hatırlamakta bizlere.

“HAN DUVARLARI” EDEBİYAT LİTERATÜRÜNE GİRMELİDİR

Türk Edebiyatının büyük şairi Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” ismini verdiği efsane şiirinde geçen aşk hikâyesini ‘romanlık’ çapta ele alan Ali Avgın, aynı zamanda şiirin hikâyesini ‘romanlaştıran’ ilk ve tek araştırmacıdır. Bu açıdan Abdülkerim Dinç gibi hocaların ve bu alanda çalışan öğrencilerin Faruk Nafizaraştırmalarında incelemeleri gereken bu eser, akademik çalışmalar dâhilinde 80 sonrası Türk Edebiyatının roman sıralamasında edebi literatüre girmeyi hak edecek içerik ve üsluptadır.

Eserin gerek dil yapısı ve akıcılığı düşünüldüğünde doğal, saf ve şeffaf bir üslup çatısı kurulduğu gözlemlenmektedir. Böylece genç ve yetişkin her yaş okura uygun hale getirilmiştir.

Yazımızı Faruk Nafiz’le bitirelim;

Aradan yıllar geçti işte o günden beri    

Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,    

Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.

Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Değerli yazar Ali Avgın’ı tekrar kutlar “Han Duvarları” eserinin bâki olmasını dilerim. "

 -METİN ACIPAYAM-

Eser: Avgın Ali, Han Duvarları, Eftalya Yayınları, sayfa sayısı 288, Nisan 2017, İstanbul “