Gazetecilik mi? İnsanlık mı? (3)
Dilek Akın

Dilek Akın

Gazetecilik mi? İnsanlık mı? (3)

15 Aralık 2015 - 11:14

Hürriyet Haber Ajansı’nda görev yaptığım dört yıl boyunca “mutfak” diye tanımlanan yerdeydim. Sürekli haber alıp, haber düzeltiyordum. Hiç dışarda göreve çıkmadım. Aslında doğrusu da buydu.

Şimdi bakıyorum, bir gazeteci işe alınıyor, eline bir fotoğraf makinesi tutuşturuluyor, haydi göreve. Yok olmaz öyle.. Önce mutfakta kalacak, haberlerin nasıl yazıldığını, nasıl düzeltildiğini, 5N 1K kuralını öğrenecek ondan sonra makinesini alıp habere gidecek.

Benim bu meslekte başarılı olmamdaki en büyük etken mutfakta 4 yıl boyunca kalmam oldu. Bir de Hürriyet Gazetesi gibi basının göz bebeği bir kurum benim okulum oldu. İyi bir okuldu Hürriyet gazetesi. O yıllarda Sedat Simavi’ye aitti. Ve yine o yıllarda gazetecilik bir başka zevkliydi. Haber atlatmak çok önemliydi. Şimdi o heyecanı hiçbir gazetede göremiyorum ne yazık ki....

Öyle haberler yapardık ki Türkiye gündemini sallardık. Gazetecilere ayrı bir saygı ve hürmet vardı. Şimdi bakkalı da manavı da kasabı da gazeteci olduğu için bu işi bilmeyenlerin elindeki meslek rencide oldu, yıprandı. İyi gazeteci ile iş bilmezler aynı kefeye kondu. Özellikle de internet mecraları çıkınca yasal boşluklar yüzünden 30 TL domein ücreti ödeyenler başımıza gazeteci kesildi.

Oysa, 80’li yıllarda gazetelerin baskıları heyecanla beklenirdi. Acaba falanca gazete bugün ne yazacak diye merak edilirdi. Hatta Türk filmlerinde de görürsünüz, koltuğunun altındaki bir deste gazete ile  “yazıyor, yazıyor” diye bağıran çocukları...

 

TOP HAVUZA GİTTİ

Gazeteciliğe alaylı olarak başladığımda henüz çocuk yaşlardaydım. Liseyi yeni bitirmiş bir genç kız. Şimdiki liseli kızlara bakıyorum onlar daha da çocuk. Ben o yıllarda çalışıyordum diyorum kendi kendime.

Dedim ya çocuk yaşlardaydım. Mersin muhabirimiz Özer Işık vardı. Adana’ya tayin oldu. Spor muhabiriydi. Bir gün  bana telefonda maç yazdırıyor. “Top havuza mı gitti?” diye bağırıyorum, ses gelmiyor. O da oradan birşeyler söylüyor ama ben anlamıyorum. Zaten oldum olası sporla hiç ilgim olmamıştır. Özer Işık, “Top aut gitti” diyormuş, ben “havuza mı?” diyorum.  Neyse sonunda anlaşıldı “Aut”muş.

Özer bey,maç bitince ajansa geldi, biraz da öfkeli halde dedi ki;  “Ya Dilek hanım, stadın ortasında havuz ne gezsin? Bende “Ne yapalım ses gelimyordu? Stadın gürültüsünden anlaşılmıyordu ki” dedim.

Bu nedenledir ki; şimdi bu yazım yanımda yetiştirdiğim muhabirler okuyunca diyecek ki “Bak sen de hata yapıyor muşsun”. Hatalara karşı biraz acımasız olduğumu ben de kabul ediyorum. Ama, ben birinci hatayı hata kabul etmem, ikincisini de ama üçüncüsü de olmaz ki. Bir insan aynı hatayı art arda yapmazki. Zira, ben de ikinci bir hata yaptım ama üçüncüsü olmadı.

 

KODLAMA İSİM OLDU

Gaziantep Muhabirimiz Yusuf Ağar, bana yine o hiç sevmediğim futbolcu transfer haberlerinden birini yazdırıyordu. Yabancı futbolcu adını söylerken kodluyorum demeden Urfa, Adana, İzmir dedi ve devam etti. Tam bunları aynen birebir yazarken anladım ki futbolcunun adını kodluyor. Ondan sora söylediklerinin baş harflerini yazmaya başladım. Tabi o zaman bilgisayar yok, tek tuşla düzelt. Daktiloda araya karbon kağıdı koyarak, iki nüsha olarak yazıyordum. Yazı bittikten sonra kalemle düzeltir, yazıişlerini gönderirim diye düşündüm. Tabi ard arda maç yazıları almaya devam edince, o garip yazı olduğu gibi yazıişlerine gitti. Tabi o dönemin yöneticileri de bana çok güvendikleri için dikkatlice kontrol etmemişler.

Ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nin sporsayfasına baktığımda beynimden aşağıya kaynar su döküldü. “Eyvah” dedim ama iş işten geçmişti. Neyi düzeltecektim ki? O gün mümkün olduğunca telefonlara bakmamaya özen gösterdim. Yusuf Ağar’ı yolda görsem tanımazdım, ama ses tonu öyle ağır ağabeye benizyordu ki ürküyordum. Yusuf Ağar ile tam 4 yıl Hürriyet gazetesinde çalıştım ama inanın, geçen yıl kendisi ile tanışma fırsatım oldu. Bir görev için Hatay’ın Arsuz ilçesine gittiğimde tanıştım  kendisiyle. Bu olayı anlattım ve güldük. (DEVAMI HAFTAYA)

Son Yazılar