Genç Öğretmenden 24 Kasım Öğretmenler Gününe Özel Anlamlı Yazı

Elbistan Akşemsettin Mesleki ve Teknik Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Derya Fadime Yeşilkaya 24 Kasım Öğretmenler Gününe Özel anlamlı bir yazı yayınladı.

Genç Edebiyat Öğretmeni Derya Fadime Yeşilkaya öğretmenlik görevine sözleşmeli olarak doğup büyüdüğü şehir olan İstanbul’da 2017 yılında başlayan 2020 yılında ise şair,yazar ve ozanlar memleketi Edebiyatın Başkenti olarak nam salmış Kahramanmaraş’a atandı. Elbistan Akşemsettin Mesleki ve Teknik Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başlayan Genç Öğretmen Yeşilkaya 24 Kasım Öğretmenler gününün anlam ve önemine ilişkin bir yazı kaleme aldı. 24 Kasım saat 19.00’da Elbistan Belediye Başkanı Mehmet Gürbüz ile instagram üzerinden bir canlı yayın gerçekleştirerek öğrenciler ve takipçileriyle eğitime yönelik projeleri ve fikirleri de konuşacak olan Genç Öğretmen Yeşilkaya yazısında şu ifadelere yer verdi ; 

Güzel bir Öğretmenler Günü sabahından;

Malumunuz üzere Millet Mekteplerinin kuruluşu ve Atatürk’ün Başöğretmenliğe seçildiği gün olan 24 Kasım’ı, 1981’den beri Öğretmenler Günü olarak kutluyoruz. Bugün de güzel bir Öğretmenler Günü sabahındayız. Bu kutsal meslekte üç koca yılı geride bırakmış olduğumu bu sabah hüzün ve mutluluk içerisinde yeniden fark ettim. Ne yapabilmiştim bu yıllar içinde, neler eksik kalmıştı, hedeflerim ne idi ve kaçına ulaşabilmiştim muhakemesi ile bu yazıyı kaleme alıyorum.

Öğretmen olmaktaki maksadımı düşündüm, meslekteki ilk zamanlarımı, ne kadar toy ne kadar da heyecanlı idim. Bu güzel göreve doğduğum, büyüdüğüm, tüm eğitim öğretim hayatımın da geçtiği şehir olan İstanbul’da başladım. O ilk günü asla unutamam. Öyle bir heyecan ki ben bu heyecanı ne tez savunmamda jüri karşısında yaşadım ne de ilk sevgili ile olan o güzel buluşmalarda. Adeta ketum olmuştum. Çocukların gözünden de hiçbir şey kaçmıyor doğrusu. Yoklama alamadığımı hemen fark edip bu ihtiyacı benim yerime üstelik beni hiç kırmadan gidermişlerdi. İşte bana mesleği sevdiren ilk çocuklarım da onlar oldu.


Ve Kahramanmaraş…

1 Eylül sabahı Kahramanmaraş’a atandığımı öğrenmek yeni yaşıma girmeme saatler kalan bana, gelmiş geçmiş en güzel doğum günü hediyesi olmuştu. Olabildiğince mutluydum huzur ve mutluluk dışında hiçbir şey hissetmediğim saatler yerini ailemden, doğup büyüdüğüm memleketimden ayrılma hüznüne bırakmıştı. Malatya Havalimanı’ndan Elbistan’a giden yol mis gibi kokan kayısı bahçeleri içinden geçiyor. Kilometrelerce süren bu kayısı bahçeleri bana artık farklı bir coğrafyada olduğumu her dalı her yaprağı ile hatırlatıyor, servisin ara sıra çeken radyosunda Mahzuni Şerif’in dertli sesi benim hüznüme ortak oluyordu. Güneşin saçlarımı sıcacık yaptığı bir anda başımı servisin camından kaldırıp şoföre ‘’Elbistan’a ne kadar kaldı.’’ diye sorduğumda Elbistan’a gelmiş olduğumuzu öğrenip kısık bir ses ile Öğretmenevine nasıl gidebileceğimi sordum. Henüz mesleğimi söylememiştim ancak ‘’Hocam ben sizi götürürüm.’’ diyen şoförün güneşten kapkara olmuş teni ve ışıl ışıl gözleri ile aynada karşılaştım. Nedensiz bir huzur dolmuştu içime. Sanki insanlar beni tanıyor, buraya atandığımı biliyor ve bana yardım etmek için seferber oluyordu. Aynı yardımseverlik ve misafirperverlik Öğretmenevinde de katlanarak devam etti. Kendimi ailemin yanındaymış gibi hissediyor, güvende olduğumu düşünüyordum. Ertesi gün okula evrak işlerimi halletmeye gittim. Bunları da tamamladıktan sonra Öğretmenevine dönecek aklıselim bir hâlde ev aramaya koyulacaktım. Elbistan o gün müthiş sıcak, dışarıda yürümek neredeyse imkânsız. Yoldan bir polis aracı geçiyordu onu durdurdum. Rica minnet derdimi anlatayım derken ‘’Hocam bu bizim değil devletin dolayısı ile de halkın aracı, tabii bırakırız istediğiniz yere.’’diyen polisler karşısında mahcup ve mutlu olmuştum. Bu kargaşa içerisindeyken telefonum hiç susmuyor, internetten görüştüğüm ev sahipleri, ev bulup bulamadığımı öğrenmek amacıyla ısrar kıyamet iletişime geçiyorlardı. Onlar içinde bir teyze vardı ki aklıma geldikçe yüzümde muzır bir gülümseme, mahcubiyet ile de tatlı bir kızarıklık oluyor. Bu kıymetli Elbistanlı Hanım beni arayıp ‘’Kızım sen garipsin ne yaptın ev bulabildin mi?’’ diye sordu. Sonra yine arayıp ‘’Garip olduğun için arıyorum yanlış anlama.’’ dedi. Sonra yeniden arayıp konuşma anında benim ‘’garip’’ olduğumu vurguladı. İstanbul Türkçesinde ‘’garip’’ denilince iki şey anlaşılır: tuhaf veya fakir. Ben de bu iki mânâdan da hoşnut olmadığım için güzel teyzeme çıkışıp ‘’Garip falan değilim, öğretmenim ben.’’ demeye başladım. Meğer buralarda garip derken ‘’yabancı’’ kastediliyormuş. Bilmiyordum. Teyzeciğim kendini izah edince anladım. Sonraki mahcubiyetim tarifsizdir.

Kahramanmaraş halkı müthiş cömert ve yardımsever bunu bana her gün hissettirdikleri için sonsuz teşekkür ediyorum. Bir de bunca şâir bunca âşık boşuna çıkmamış bu memleketten. Buranın adı öylesine ‘’Şairler Memleketi’’ olmamış. Halkta da bir şâir edası, sanatçı inceliği ve ruhu var. 

Bizim çocuklarımız

Elbistan’da çocuklarla yüz yüze geldiğim o ilk derste kulağımda hep Ataol Behramoğlu’nun ‘’Bebeklerin Ulusu Yok’’ şiiri çınladı, durdu. Doğru, bebeklerin ulusu da cinsiyeti de yok ama çocuklar da öyle imiş. İlk kez doğup büyüdüğüm şehirden uzakta yaşadım bu duyguyu. Başlarını tutuşları, gözlerindeki merak, seslerinin tonu ve gülüşleri ile… Bunlar ‘’bizim çocuklarımız’’.

Virüs yüzünden okullarımızın yeniden kapatıldığını öğrendik birkaç gün önce. Doğru olan da bu ama birbirimize henüz ısınmışken yeniden ayrı düşecek olmaya üzülüyorum. Camdan yapılan eğitim candan yapılan eğitimin yerini tutmuyor. Sağlıklı günlerde kavuşmayı diliyorum.

Son yerine…

11 yaşında bir öğrenciyken Türkçe öğretmenimin bir 24 Kasım günü okumam üzere elime tutuşturduğu ‘’Dünyanın Bütün Çiçekleri’’ adlı şiir bende öğretmen olma arzusu uyandırmıştır. Kendisi de bir öğretmen çocuğu olan şair, doktor Ceyhun Atıf KANSU şiirinde;

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

diyerek en güzel çiçeklere benzettiği öğrencilere gönülden su veren bahçıvan öğretmen imgesi hem estetik bir zevk sağlıyor hem de öğretmenlik mesleğinin naifliğini anlatıyordu. İşte şimdi tam da bu şiirdeki öğretmen olma zamanı, şiirle sulanmış bu güzel topraklarda.

Geçen hafta çocuklara veda etmeden önce iki güzel öğrenci ellerinde güller ile sınıfa girip Kahramamaraş’ın usta şairi, Türk edebiyatının ‘’Beyaz Kartal’ı Bahaettin Karakoç’un  ‘’İnsanlık Türküsü’’ şiirini okudular. Mest oldum:

‘’Gökyüzü kara tahta, yıldızlar harf ve rakam;

Parmaklarını tebeşir yapıp yazan benim.

Ne zaman başımı sert bir yere çarpsam,

İlk üzülen sen olursun öğretmenim…

Barışın kardeşliğin kutsal güzelliğini

Ve sevginin bir ibadet olduğunu

tekrarlamasan da bilirim.

Benim haritamı sen çizdin, sen şekil verdin bana;

Ben senin eserinim öğretmenim.’’

Bu vesile ile kendisi de öğretmen babası olan hemşerimiz, kıymetli şâir Bahaettin Karakoç’u saygı ve özlemle anıyorum.

Sözlerimi bitirirken Atatürk’ün ‘’Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır.’’ sözünden hareketle mesleğimizi zevk ve dahi büyük bir tutku ile icra ettiğimizi bilmenizi isterim.

Böylesine özel bir günde yetişmemde büyük emekleri bulunan, eğitim-öğretim hayatım boyunca bilgilerinden istifade ettiğim tüm öğretmenlerime, şükranlarıma iletiyorum.

Tüm öğretmenlerin Öğretmenler Günü kutlu olsun.