Türkiye'nin Rönesans'ı 'Düşünen İnsan' İstihdamından Geçmektedir


Düşünce Adamı, Edebiyat Araştırmacısı, Yazar Metin Acıpayam İle Özel Röportaj

-Bize biraz kendinizden söz eder misiniz? Metin Acıpayam kimdir?

Metin Acıpayam 1992 Kahramanmaraş doğumlu.

Bir düşünen insan olarak ‘kuru biyografi’ tarzında kendimden bahsetmem zor olsa gerek diye düşünüyorum. Zira ‘kuru biyografi’ hayatını cephede yaşıyor şuuruyla hareket ve aksiyona açık insanlar için bir daralma / körelme / yahut kendini ‘kendi zindanına’ hapsetme halinden ibarettir. Kendim için en uygun tarif  “Genç ve obur tecessüs’ terkibidir. Doymayan, doymak nedir bilmeyen tecessüs sahibi genç adam… Yılları çeşitli daireler içerisinde geçen bir münzevi insan tipi düşünelim: ‘hakikat için’ kafasını oradan oraya vuran, gerçeği keşfetmek için hakiki bir ‘kâşif’ rolü üstlenen, cemiyetin mesuliyetleri için kendi ‘ben’inden geçen insan… İşte beni tarif eden üç beş kelâm-ı kibar. Cemil Meriç ‘Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evlâdıdır.’ der. ‘Büyük adamların’ kaderidir; yaşadığı cemiyet tarafından üvey evlat muamelesi hali…


YAZMAK ‘VAROLUŞ’ HAYATA TUTUNMA İÇİN EN MUHKEM LİMAN 

-Yazıya ve edebiyata olan merakınız nereden gelmekte?

Sait Faik’e aynı soruyu sorduklarında O; ‘yazmasam ölecektim’ demiştir. Yazma hali bazı insanlarda ‘varoluş’ hayata tutunma için en muhkem liman, vasıta ve ‘ben’ diyebilme halidir. Buradaki merak kelimesini ‘tecessüs’ kelimesiyle değiştirelim, yoğun düşünen ya da fazla yazanlar için ‘merak’ kelimesi gayet basit kaçmaktadır. Onların zırhına bürüneceği hal; tecessüs halidir. İnsan ‘tenin açlığı’ ‘ruhun açlığı’ ve ‘aklın açlığını’ hissettiği andan itibaren duramayan dinamik varlığın adıdır. Açlık yeter ki kendini hissettirsin, o an da ‘yüce insan’a düşen biricik vazife; okuma-düşünme ve düşündüğünü yazmaktır. Edebiyat bütün bu anlattıklarımı ilmî olarak disipline eden kurallar bütünüdür. Yazan, düşünen her bir insan için ‘edebiyat’ hânedir, saraydır, has odadır. 

-Günümüzde neler yapmaktasınız?

Yoğun okuma ve yazmalar… Günü içine alan zaman dilimi; 24 saat… 3 safhadan ibaret ‘ben’ için… 8 saat çalışmak,  8 saat okumak ve geri kalan zaman diliminde uyku-yemek-ve başka şeyler… Günde 16 saatini kitaba ve okumaya ayıran bir genç adam olarak; düşünceden kaçmak imkânsız bir şey… Günümün büyük çoğunluğu ‘tefekkür’ ‘tezekkür’ halinde geçmekte… Hakiki bir aydın ‘aydınlanan’ ve ‘aydınlatan’ insan demektir, günümüzde yaptığım en mühim şey ise; ‘aydınlanıp’ yapabildiğim kadarıyla ‘aydınlatma’ eylemidir. Aydınlanmanın tek ve biricik mekânı; kütüphanelerdir. Türk aydını Tanzimat’tan bu yana hep bir yerlere kaçmıştır, lakin ‘kütüphaneye’ kaçan çok az aydınımız vardır ne yazık ki. İşte günümün büyük çoğunluğu ‘kütüphaneye kaçış’ ve kitapların güvenilir ve muhkem limanına sığınmaktan geçmektedir.

MEDENİYETİMİZİN BÜYÜK DEHASI NECİP FAZIL KISAKÜREK

-Yazmaya nasıl başladınız? İlk eseriniz nerede yayımlandı?

Bir rüya vesilesiyle… 15 yaşlarındayım. Okumaktan ve düşünmekten kanter içinde kaldığım bir zaman dilimi; bir gece vakti… Ansızın yatağa giriyor ve uykunun ‘meçhul iklimine’ sığınıyorum… Büyük bir meydanda kalabalığa seslenen bir adam… Bu seslenişten sonra Metin Acıpayam O’nun yanına gidiyor ve elini öpmek istiyor, lakin ‘o adam’ izin vermiyor. ‘O ve Ben’ kalıyoruz sükût halinde. İşte bu adam; Necip Fazıl Kısakürek’tir, kısa bir sûkut halinden sonra kulağıma ‘gençler el öpmez’ diyor.

Uyanış ve derin bir ürperiş hali bende… sonra hemen kalkıyor ve kendi kendime diyorum ki; ‘eğer bir gün eline kâlem alma cür’eti içinde olursan ilk eserim Necip Fazıl Kısakürek olsun, ve oldu… İlk kitabım Sertan Yayınlarından ‘Medeniyetimizin Büyük Dehası-Necip Fazıl Kısakürek’ ismiyle yayımlandı, o gün bugündür yazıyor, düşünmeyi düşünüyor ve kimi zamanda düşünüyorum… Düşünemeyen insanlara diyorum ki; ‘hiç yoktan düşünmeyi düşünün.’

TÜRKİYE’NİN RÖNESANS’I ‘DÜŞÜNEN İNSAN’ İSTİHDAMINDAN GEÇMEKTEDİR

-Yazar olma sürecinde kimler yanınızda oldu? Destek gördünüz mü? Ne düzeyde?

Kendimi ‘yazar’ olarak değil düşünce adamı olarak tanımlamak isterim bu arada. Herkesin bir şekilde kitap çıkardığı/çıkartıldığı/ bir zaman diliminde ‘yazar’ kelimesinin içi boşaltıldı ne yazık ki… Yazdığını düşünen, sanatı üzerine tefekkür eden ‘yazar’ ve ‘sanatkâr’ tipine ihtiyaç vardır böylesi zamanlarda… Bir düşünen adamın ıstırabını bu memlekette görmek adına Cemil Meriç’in ‘Koca Şehirde Yapayalnız’ başlıklı denemesine bakalım isterseniz. Şöyle diyor Meriç;

 “13 ikinci kânun 1942. Genç bir adam bir kapıyı çalıyor, şefkate susuz, hayata susuz, Hapishane, dostların ihaneti, kopuşlar, yuvarlanışlar. Tenin açlığı, ruhun açlığı ve anlaşılmayan bir kalp ve anlaşılmayan bir kafa ve anlaşılmayan bir vücut. Bir pansiyon odasındadır, koca şehirde yapayalnız. Dehâsıyla yalnız, kültürüyle yalnız, ıstıraplarıyla yalnız. 13 ikinci kânun 1942 ve tahta kapıyı yumruklayan eller, soğuk bir kış günü. Sırtında paltosu var mıydı hatırlamıyor. Belki bir dosta bir kadeh rakı ısmarlamak için satmıştı. Bütün hayatı vermekle geçti; bilgisini, zamanını, kalbini. Başkalarıyla yaşadı, başkaları için yaşadı. Kendisinin olmayan bir dâvâ yüzünden damgalandı ve uğrunda çarmıha gerildikleri için onu taşladılar. Hayatı bir delinin yazdığı hikâye. O çakalların bile içmediği bir kaynak.”

1942’den bu yana ne değişti? Hiçbir şey! Düşünen her bir adam ‘koca bir şehirde yapayalnız’ hala… Desteği bırakınız, köstek olanlarla uğraşmıyorsa ne âlâ!.. Bu sebeptendir ki, ne zaman; ülke olarak ‘düşünen insanımızı’ istihdam etmeye başlarız, o zaman ‘diriliş’ ve ‘toparlanış’ safhası başlayacaktır. Demem o ki; Doğu’nun –özelde Türkiye’nin- Rönesans’ı ‘düşünen insan’ istihdamından geçmektedir.

-Hedef ve projeleriniz nedir? Ulaşmak istediğiniz belli bir nokta var mı?

İlk safhada yayımlanmayan bütün kitaplarımı yayınlamak… Sonra bu fikirlerimi ‘müessese’ boyutuna taşımak, teoriyi pratik fikir ile birleştirici hamleler yapmak, ulaşmak istediğim en nihâi nokta özelde ‘kendi ben’imi aşmak’ genelde ise insanlığı aydınlatmak…


ÇOCUĞU İNŞÂ ETMEYEN İSTİKBALİ İNŞÂ EDEMEZ

-Bugüne kaç kitaba imza attınız. Kitapların genel içerikleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Ufukta yeni bir kitap var mı?

10. kitabım yayımlandı Haziran 2017’de. ‘Görünmez –Zamanın Oğlu’ ismiyle… Yayıncım ‘Hiç Yayınları.’ Kitaplarımın genel içerikleri; İlim-Fikir-Sanat mülâhazaları etrafında dönmektedir. Son kitabım Çocuk Edebiyatı sahasında belki de sahasında ilk ve tek olan ‘Psikianalitik Bir Çocuk Romanı’ Bu romanda ‘Serdar’ başkarakterimiz… ve Serdar; ‘dâhi bir çocuk’ tiplemesi. Serdar üzerinden ‘deha’ çocuklarımızın yaşayışları ve kavrayışları var bu kitapta…

İlk kitabım; ‘Medeniyetimizin Büyük Dehası-Necip Fazıl Kısakürek’ ismiyle yayımlandı, daha sonra Dil çalışmalarımı ihtiva eden iki kitap; 150 Yıllık Türkçe Kavgası ve Kurşunlanan Türkçe isimli kitaplar… Bu eserlerden sonra Fikirteknesi yayınları tarafından yayımlanan 3 cilt mülakat serilerim, ‘Eski Said Nerede?’ ismiyle yayımlanan Said Nursi söyleşim. Bu söyleşiyi Servet Turgut ile yapmış olup daha sonra Seriyye Yayınları kitaplaştırıldı.

Gaziantep’te ilmi çalışmalarına devam eden Mustafa Yıldız hocamla da ‘Zamanın Sırrına Ermek’ isimli söyleşimizi ‘Çıra’ yayınları yayımladı, böylece eser üstüne eserler kuşattı hayatımı. Kitap tarafından kuşatılmak; ne ulvi kuşatılma…

Kitap konularımla alakalı belki de üzerinde en fazla durduğum/duracağım saha; Çocuk Edebiyatı sahasıdır. ‘Çocuğu İnşâ etmeyen İstikbali inşâ edemez’ sloganından hareketle ‘çocuğa yönelmenin zaruretini’ 5 yıl kadar önce keşfetmiş idim, bundan sonra yayımlanacak eserlerin genel muhtevası ‘Çocuk’ üzerine olacaktır.

Ufukta onlarca kitap var doğmayı bekleyen Ali bey. İnşâllah hepsini hayatla buluştururum, mesela; Cemil Meriç’le alakalı bir eserim an itibari ile bitmiş vaziyette. ‘Medeniyetimizin âmâ üstadı Cemil Meriç’ ismiyle bu eser doğum zamanını beklemekte. Çocuk Edebiyatı çalışmalarım da ise yukarıda belirttiğim ‘Serdar’  serisi 5 cilt olacak, bu serinin 2. ve 3. Cildi de ‘an itibari ile’ hazır vaziyette. Yeni dönemde Akis Yayınları bu çalışmalarımızı kitaplaştıracak.

-Ülkemizde edebiyata yeteri kadar önem verildiğini düşünüyor musunuz? Konu hakkındaki görüşleriniz nedir?

Beşeriyet tarihine baktığınız zaman göreceğiniz gerçek şudur ki; ‘sanatı’ ve ‘sanâtî’ faaliyetleri olmayan milletler madden zamanın dışında kalmıştır. Sanatı ilmî disiplin halinde inceleyen Edebiyat bilimini ihmal etmek hayatı donuklaştırıp ‘an’ı dogmalaştırmak gibi bir belâ açar başınıza. Her edebiyatçı ‘belâgat, fesahat’ silahını kuşanan insan demektir. Güzel konuşma, edepli hareket etme,ve her şeyden öte ‘gerekeni gerektiği yerde yapabilme’ şuurunu besleyen Edebiyat ilmidir. O halde Edebiyatın ihmâli; İnsanın-Hayatın-Varlığın ihmâl edilmesi demektir. “İnsan-Hayat-Varlık” bu üç temel sütunu ihmal etmenin neticesini söylemeye ihtiyaç yoktur sanırım!

Ülkemize gelecek olursak; yeni yeni bir toparlanma ve ayağa kalkış hamleleri hissediyorum. Lakin birçok sahada yapılan yenilikler, hamleler her ne hikmetse, kültür ve sanat sahasında yapılmamaktadır. Bu gerçeği zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı ’da dile getirmektedir. Kültür ve Sanat adamının yeteri kadar alaka görmemesi ‘beyin göçünü’ her geçen gün daha da hızlandıracaktır.

ASKER KIŞLAYA, SİYASETÇİ MECLİSE, ÜNİVERSİTE HOCASI SINIFINA GİRERSE, O ZAMAN EDEBİYAT, HAKİKİ İSTİKAMETİNE DÖNER.

-Türkiye sizce edebiyat konusunda nereye gidiyor?

Henüz mecralarımız bile belli değil iken ‘nereye gidiyor’ demek yanlış bir yola götürür bizi. Henüz yola çıkmadık ki ‘gidişin yönünü tespit edelim.’ Evvela İlim-Fikir-Sanat-Kültür-Siyaset mecraları tespit edilmeli, daha sonra bu işlerle alakalı çalışma yapan insanları belli mecralarda yerleri gösterilmeli… Politikacıya kuyruk olmuş bir profesörün, milletvekili olmak için her şeyini tepeleyen Üniversite hocasının… Bu manzara karşısında edebiyatın bir yerlere gittiğini söylemek mümkün değildir, geriye gidiş söz konusudur sadece. Lakin, ne zaman ki; ‘asker kışlaya’ ‘siyasetçi meclise’ ‘üniversite hocası sınıfa ve kütüphaneye’ girer o zaman edebiyat hakiki istikametine döner…

Teşekkür ederim.