Zulmün coğrafyasında sessiz çığlık


Doğu Türkistan’da Uygur Türk’ü kardeşlerimizin sessiz çığlıklarını neden duyamıyoruz? Bu zulmü Türk ve dünya kamuoyuna taşımaya gücümüz mü yetmiyor? Türk medeniyetinin, muasırlaşmasının temel taşı Uygurlu asilzadelerin 21.yüzyılda uğradıkları zulme sessiz kalmıyor muyuz?

Türkiye’nin siyasi-ekonomik gündemi o kadar yoğun ki, bir yandan Suriye, Libya, Yunanistan, Doğu Akdeniz, terörle mücadele, ABD ve Rusya ile olan denge siyaseti diğer yandan iç politika ve covid-19 ile beraber gelen sıkıntılar. Tüm yaşanan bu gelişmeler Sincan Uygur bölgesindeki soydaşlarımızın zulmünü görmezden gelmemize engel olmamalı.

Çin devletinin bu zulmünün nedenini tarihin derinliklerinde ve bölgenin jeopolitik öneminde aramak gerekiyor. Türkleri tarih boyunca korkulu rüya olarak gören Çin’in, 21.yy da milyarlarca nüfus içinde bir avuç Türk’ten imtina etmelerinin altında yatan gerçekler nelerdir acaba? Bir çoğumuzun bildiği Kaşgar ve Urumçi şehirleri aslında birer Uygur şehirleridir ve bu bölge Çin esareti altındadır. Türk tarihinde Doğu Türkistan olarak geçen bölge Çin kaynaklarına göre Sincan olarak adlandırılmıştır. Türkler; Çin’in altı özerk yönetiminden birisi olan Sincan (yeni toprak) özerk yönetiminde yaşamaktadır. Yüz ölçümü 1828 418 km2 (Türkiye’den büyük) olan bu bölge 1759 yılında Çin egemenliğine girmiştir. 1863 yılında bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan Yakup Han Başkanlığında “Doğu Türkistan İslam Devleti” adıyla kurulmuş, bu devleti Osmanlı, İngiltere ve Rusya resmen tanımıştır. Fakat buna rağmen devletin ömrü kısa olmuş, 1876 yılında Çin Devletince işgal edilmiş, 1884 yılında “Sincan-Yeni Toprak” adıyla Çin Devletine bağlanmıştır.

 Osmanlı’nın resmen tanıdığı Türk ve Müslüman bir Devletin, Çin tarafından işgal edilmesine Osmanlı’nın tepki göstermemesinin nedeni; bu dönem Ruslarla yaptığımız 93 harbi ve bunun sonucunda devletin yenilip Rusya’nın sömürgesi olma tehlikesine düşmesidir. Yani Osmanlı Devleti’nde bu dönemde yoğun bir saldırı altındaydı ve var olma mücadelesi verdiğinden sorunlarla ilgilenemiyordu.

 20.yy geldiğimizde dünya konjonktürü oldukça değişti. Çin’in zayıflaması ve bölgede artan milliyetçilik hareketleri sonucu 1933 yılında Sincan – Doğu Türkistan Müslümanları da ayaklanıp “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni” kurdular. Fakat bu devletin de ömrü kısa sürdü. 1937 yılında Çin saldırıları sonucu yıkıldı. Ama Uygurlar yılmadılar ve üç vilayet inkılâbı olarak bilinen ayaklanmayı gerçekleştirip, 1944 yılında Ali Han Töre başkanlığında “Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni” kurdular. Fakat ikinci dünya savaşını Rusya’nın kazanması üzerine Çin, Rusya’nın (Stalin) yardımıyla 1949yılında bu devlete son verdi ve böylece o tarihten günümüze kadar Doğu Türkistan resmen Çin işgali altına girmiş oldu.

 Çin, bölgede tekrar bir ayrılık ve isyan yaşanmaması için bölgenin demografik yapısını bozmaya, halkı asimile etmeye ve İslam’ı bölgeden yok etmeye çalıştı. Buraya Çin kökenli “Han” boyunu yerleştirdi. Bölgenin %75’i Uygur iken günümüzde bu oran oldukça düşürülmüştür. Çin nüfusu azaltmak için bölge halkını başka yerlere göç etmeye de zorlamıştır.

 Sincan bölgesi yüzölçümü olarak geniş olduğu gibi bölge zengin maden yataklarına ve uranyuma da sahiptir. Fakat bölgenin önemli tarım ve maden yapıları Han Çinlilerin egemenliğindedir. Çin'in Sincan bölgesine uyguladığı bu asimile politikasının temel parametresi de Uygurların bağımsızlık arzusunu bastırmaktadır. Bunun dışında Sincan bölgesi son derece değerli madenlerin olduğu stratejik bir bölgedir ve Çin burayı kaybetmek istememektedir. Buradaki Müslüman Uygurlara asimile politikası uygulandığı gibi, ekonomik açıdan da zayıflatılmakta, ucuz iş gücü olarak kullanılmaktadır.

Uygur sorunu gelecekte Çin’in başını ağrıtacaktır. Özellikle Amerika ile Çin arasında Orta Asya’da yaşanan ve yaşanacak olan rekabet nedeniyle batılı devletler buradaki Uygurları kışkırtma politikası güdeceklerdir. Fakat bu durum Irak ve Suriye’de olduğu gibi Müslümanların emperyalist güçlerin hegemonya mücadelesi nedeniyle ölmelerine yol açacaktır. Bu nedenle sorunu farklı yollarla çözme girişimi yollarımızı açık tutmalı, Türkiye bu konuda Çin ile diyalog kesmemeli, kendisine sığınan mazlumları da korumalıdır.