İnsanlık mı? Gazetecilik mi? (1)


Bugün Çukurova Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans dersimde sunum yapma sırası bendeydi. Her öğrenci bir konu seçiyor ve bunun üzerine sunum yapıyordu. Benim sunum başlığım ise “İnsanlık Mı? Gazetecilik mi?” oldu. Normal şartlarda her sunum için 15 dakikalık süre ayrılmıştı. Ama dinleyen arkadaşlarımdan ve hocamdan o kadar çok soru geldi ki sunum yaklaşık bir saati buldu.  Çünkü, konu aslında sadece gazetecileri değil, tüm toplumu ilgilendiren bir konuydu.

Bu sunumu siz değerli okurları için de paylaşmak istedim.

Gazeteciler sıradan insanların ulaşamadığı kişilere, olaylar ve durumlarla, kendilerine verilmiş birtakım ayrıcalıklar nedeniyle ulaşabiliyorlar.

Bu nedenle, onların vazifesi halkın giremediği yerlere girmek, konuşamadığı kişilerle konuşmak, soru sormak, fotoğraf ve görüntü almak, ardından da en kısa zamanda haber merkezine dönüp haberi editörlerine teslim etmek.

Ancak, gazeteciler mesleklerini yaparken sadece lüks otellerde, toplantı salonlarında, restoranlarda karşı karşıya gelemiyorlar haber kaynaklarıyla; kimi zaman da korkunun kol gezdiği savaş alanlarında, çatışma bölgelerinde görev yapıyorlar.

Gün geliyor güvenlik güçleriyle halkın birbirine düştüğü, toplumsal olaylara tanıklık ediyorlar, bazen de cinayet ve saldırıların ortasında buluyorlar kendilerini.

Gazeteciler, her olayı mesleki sorumlulukları gereği, yani toplumun haber alma özgürlüğü adına "tanıklık etme" ve "aktarma" anlayışıyla izliyorlar.

Şimdi zaman zaman  gazetecilik mesleği üzerine söylenen  "insanlık mı, gazetecilik mi?" tartışmasına değinmek istiyorum.

 

GAZETECİLİK Mİ ? İNSANLIK MI?

Kimileri önce insanlık, kimileri gazetecilik diyebilir. Bu konuda bir fikir birliğine varmak zor görünüyor.

32 yıldır bu mesleği icra eden ve halen de aktif gazeteciliğini sürdüren bir insan olarak, ben elbette insanlıktan yanayım ama görevimin başında önce “Gazetecilik” diyenlerdenim.

Her ne kadar böyle düşünsem de, bunu uygulamada başarabildiğimi söyleyemem. Çünkü, herşeyden önce insanız, vicdanımız var, empati kurabiliyoruz.  İşimiz mesleğimizi yapmak, görevimiz bu ama duygularımıza yenilmediğimizi söylersek yalan olur.

Neden mi? Şimdi bunu birkaç örnekle size açıklamak istiyorum.

 

EŞİNİ 55 YERİNDEN BIÇAKLAYAN ADAM

Adana’da bir koca eşini sokak ortasında, 5 yaşındaki çocuğunun gözleri önünde 55 yerinden bıçaklamıştı. Bunu görüntüleyen gazetecileri de kınayanlar olmuştu. Peki bu dehşeti o gazeteci nasıl anlatabilirdi o fotoğrafları çekmeseydi?

Bazen sayfalar dolusu yazı ile anlatamayacağınız bir konuyu bir fotoğrafla anlatabilir ve dünyada ses getirebilirsiniz.

Gazeteci kolluk görevi mi yapıyor? Deşhet saçan o adama gazetecinin hiçbir deneyimi yokken müdahale etmesi doğru mu? Elbette görevini yapacak. Kadını o caninin elinden kurtarmak ise profesyonel eğitim almış polisin görevi değil mi? Neden gazetciler yargılanıyor bu konuda onu anlayabilmiş değilim.

 

Akbaba ve çocuk

Dünya kamuoyuna mal olmuş bir fotoğraf vardı. Akbaba ve Çocuk...

 Kevin Carter, Afrika’da açlıktan ölmek üzere olan siyah küçük kız çocuğu ile onun arkasında durup çocuğun ölmesini bekleyen akbabanın fotoğrafını çekmişti. Bu fotoğraf 1991 yılında fotoğraf dalında ödül kazanmıştı. Gazeteci, ödülünü aldıkan 3 ay sonra intihar etti. Şöyle diyordu geride bıaktığı mektubunda “Çocuğu kurtarabilirdim, makinamı bırakıp onu kucağıma alıp çadırına götüreilirdim. O an sadece gazeteci oldğumu düşünüyordum, şimdiyse önce insan olduğumu..”

 

Bir başka örnek;

MİNİK AYLAN’IN KIYIYA VURAN CESEDİ

Ailesiyle birlikte Kobani’den IŞİD saldırıları nedeniyle kaçan  3 yaşındaki Aylan’ın kıyıya vuran cansız bedeni Türkiye ve dünyayı gözyaşlarına boğdu. Bu fotoğrafı çekerken küçük Aylan can çekişiyor da

Bu fotoğraf olmasaydı dünya yaşanan insanlık ayıbının belki de farkına varmayacaktı. Bu fotoğraftan sonra suriyeli mültecilere kapıların kapatan Avrupa ülkeleri yumuşama getirdi ve sınırlı sayıda mülteci almaya karar verdi.

 

MACAR GAZETECİ

 Milyonlarca insan savaş ve açlıktan kaçıp güvenli limanlara sığınmaya çalışıyor. Bu krizle baş edenlerin başında hiç şüphesiz Avrupa ülkeleri ama yalnız değiller. Mültecilere kötü muamele uyguladığı gerekçesiyle eleştirilerin hedefindeki Macaristan'dan yine çirkin görüntüler geldi. Bir gazeteci kucağında çocuğu olan bir göçmene çelme taktı.

. Olayın Avrupa basınına yansımasının ardından kanalın kadın gazeteciyi işten çıkardığı öğrenildi.

Bu da olaya bir başka bakış açısı. Gazeteci misin? Yoksa polis mi? Tamamen hissi davranış. Göçmenlere kin güden bir insan, mesleğini icra etmeyi bırakıp, polise yardımcı olmak için kucağında çocuğu olan göçmene çelke takıyor.

Eğer kadın gazetecinin mülteciye çelme takan görüntüleri olmasaydı bu insanlık ayıbı yanına kar kalacaktı. Bu görüntüler onun işten çıkarılmasını sağladı. Görüntüler olmasa belki ben yapmadım diyebilecekti.

 

ALMAN DİLENCİNİN TOKADI

Son olarak bizzat kendim yaşadığım bir olaydan bahsedeceğim. 15 yıl kadar önceydi. Anadolu Ajansı'nda muhabir olarak görev yapıyordum. Telsiz anonsundan hareketle Alman dilencilerin polis tarafından gözaltına alındığını ve sınır dışı edilmelerine çalışıldığını haber aldım.

Tren garının önüne gittiğimde tüm gazeteciler oradaydı ancak, hiç kimse fotoğraüf çekemiyordu. Zira, karı-koca ve 4 çocuktan oluşan Alman aile bir polis aracına bindirilmişti. Camlar yarı yarıya açıktı. Ben aracın etrafında bir tur attım. 

Bu sırada Alman kadın kucağındaki çocuğunu bana doğru çevirerek, yüzünü çocuğunun yüzüne dayayıp poz verdi. Ben tam o anda makinamla zum yaparak o anı fotoğrafladım.

Ancak, o ana kadar korkudan fotoğraf çekemeyen tüm gazeteciler fotoğraf makinalarının objektifleri ile video kameraları ile kadının burnunun dibine kadar girince, arkada oturan üç çocuktan 6 yaşındaki  panikle arabanın önünde bulunan babasının kucağına geçmeye çalışırken, ayağı sıkıştı. 

Buna kızan Alman dilenci, kucağındaki bebeği bırakıp aşağıya inip bana tokat attı. Bu sırada meslektaşlarım beni kurtarmadı ama kadının bana tokat atmasını kamera ve fotoğraf makinaları ile görüntülediler.

Ertesi gün tüm gazetelerin baş sayfasında boy b oy benim fotoğrafım vardı. alman dilenciden gazeteciye dayak. Televizyonlar defalarca haberi verdi. Bir tokat sanki onlarca tokatmış gibi geriye sayılıp ard arda verildi. 

Bu olayın ardından kulağımı kontrol için hastaneye gitmek yerine ajansa dönüp haberimi yazdım. Sonra doktora gittim. Sol kulağımda uzun bir süre işitme kaybı yaşadım. 

AA Genel Müdürü bana teşekkür mesajı gönderdi. 

Alman konsolosluğu kadından şikayetçi olmadığım için bana teşekkür etti. Çünkü, ben de bir anneydim. Alman dilenci, çocuğunun canının yanmasından beni sorumlu tutmuştu.

Zira, o kadın bir dilenci ama anneydi. Çocuğunun panikle öne atlarken canının yanmasına dayanamamıştı. Hırsını benden aldı. 

Mesektaşlarım beni kurtarmak yerine fotoğraf makinaları ve kameralarıyla o ani görüntüledi. Nihayetinde kadın beni nasılsa öldürmeyecekti,  o yüzden de vicdan azabı çekmeyeceklerdi. Görevlerini yaptılar.

Evet ben de olsam o anı kaçırmaz fotoğraflardım.

 zira, "önce gazetecilik" diyenlerdenim....

Değerli okurlarım, sunumun ardından çok sayıda soru feldi. Kimlieri insanlık kimileri gazetcilik dediler. Meslek hayatına sığdırdığım ve bu konuya örnek olacak o kadar çok anım var ki tüm bunları kitaplaştırmak için bir dahaki yazımdan itibaren bunları sizinle paylaşacağım. Bu anılar, anekdotlar kitaplaştığında, bu mesleği seçmek isteyen ya da seçip icra edenlere yol gösterici olacaktır diye düşünüyorum.

Sayılarımla

Dilek Akın