Gazetecilik mi? İnsanlık mı? (5)


Polis-Adliye muhabirliği tıpkı savaş muhabirliği gibi basın sektöründe ayrıbir branştır. Bu branşta çalışanların öncelikle gözlerinin kara olması lazım. Çünkü, poliste, adliyede her an başınıza herşey gelebilir. Çünkü, burası sıkıntılı insanların bulunduğu yer. Zanlılar sizi her an saldırabilir, “niye çekiyorsun kardeşim” diye çıkışabilir. Polis sıkı tutmazsa sizi bir güzel dövebilirler.

1980’li yıllarda oldukça revaçta olan bu muhabirlik kolu Adana’nın başına çok iş açtı. Adana bölgenin baskı merkezi olduğundan tüm güney ve günedoğunun gazeteleri bu kentte basılır. Böyle olunca da basın diğer illere nazaran Adana’da daha fazladır ve kadrolu çalışan ağırlıktadır.

Adana Aliyesi’nde yine bahsettiğim 1980’li yıllarda bir kulübe vardı. Adliye’nin hemen girişinde yer alan ve bu özel odanın girişinde “Basın” yazardı. Gazetciler sabahtan akşama kadar burada nöbet tutarlar bir olay olduğunda fotoğraflarlardı. Yani haber değeri olması için birinin birini dövmesi gerekiyordu. Bu kavga-döğüş haberleri öylesine abartıldı ki Adana kenti adliyesi ile meşhur oldu. Adana öfkeli, kızgın, her an patlamaya hazır bomba gibi yaşayan insanların bulunduğu kent algısı oluştu. Halbuki Adana adliyesindeki kavgalar, diğer illerden farklı değildi ki... Ama burada adliyenin özel muhabirleri bulunduğundan hiçbir kavga gözden kaçmazdı. Biri atlasa adliye muhabirleri aralarında dayanışma yapar birbirlerine haber ve görüntü verirdi. Adana 2016’yı bulduğumuz bunca zaman zarfında anlına damge yemişcesine “kavgalı kent” imajından kurtulamadı. İnsanlar Adana’ya gelmekten bile korkar oldu. Adımız çıktı 10’a, inmiyor 9’a misali. Şimdi artık kavgalı Adliye haberleri yapılmadığı halde imajımız değişmiyor.

Şimdi ne faydası var kavga edenlerin fotoğraflarının onlara bakan insanlara. Gazetelerin üçüncü sayfalarında boy boy çıkan bu fotoğraflar ne mesaj veriyor? Şiddet mesajı. Oysa bir haberin haber olması için önce mesajı doğru vermesi lazım. Oysa, buhaberlerde şiddet var, başka birşey yok.

Şükürler olsun ki kanunlar öylesine değişti ki artık hırsıza bile hırsız diyemiyorsunuz. Çünkü, bir insan yargı önünde suçu sabit görülmediği sürece suçsuzdur. Bu nedenle adlieylerin kapıları basına kapatıldı. Artık bırakın orada ofiste oturup kavga beklemeyi, fotoğraf makinanızla bile adliyeye girmeniz çok güç. İyi ki engellendi. Aksi takdirde daha çok kavgalar gazete sutunlarından inmeyecekti.

Gazetecilik zor zanaattı...

1980’li yıllarda birisi çıkıp, “Gün gelecek fotoğrafları tek tuşla geçeceksiniz?, haberleri dizinizin üzerine koyduğunuz aletlerle yazıp göndereceksiniz” deseler belki kafayı yemiş derdik. Oysa, 1980’li yıllarda haberler dev bir cihaz olan teleks makinasında merkeze geçilirdi. Geçmeden önce yanlış yapma şasını önleek için banta alırdık. Sarı uzun bir şerit olan bu banta yazıların şifresi düşerdi. Sonra bantı teleksin kenarındaki hazneye yerleştirip tuşa basınca haber merkeze düşerdi.

Footoğraf geçmek de öyle kolay değildi. Telefota denilen cihaz, renk renk geçerdi fotoğrafı. Ama bir de bunun bir hazırlık evresi var ki evlere şenlik.

Diyelim ki Gaziantep muhabirinizin gönderidiği fotoğrafı istanbul merkeze göndereceksiniz. Önce o zarfı otobüse teslim eden muhabirden araç plakasını alacaksınız. Araç otogara geldiğinde hemen gideceksiniz ki zarfı bırakmadan yoluna devam etmesin. Zarfı şoför unutursa özel araçla pozantı’da belki yakalayıp zarfı teslim alırsınız. Biz  bunu defalarca yaşadık Şoförler unutur, biz  zarfı almak için Pozantı, Uluşukışla yapardık.

Zarf muhabirden geldi. İçindeki film rulosundaki filmi önce banyo yapacaksınız, sonra kurutacaksıız. Kuruduktan sonra basacağınız kareleri belirleyeceksiniz. Sonra karta basacaksınız, ıslak zarfı kurutacaksınız. Kuruduktan sonra da telefo civhazına takıp telefon hattı üzerinden renk renk geçeceksiniz. Telefotunun üzerindeki silindirdeki fotoğraf karşıya gönderilirken telefon hattı gittiğinde bu kez silbaştan alacaksınız. Biz yıllarca böyle çalıştık. Telefota cihazı artık kabusumuz olmuştu. Bir fotoğrafı geçmek için bazen bütün gün uğraştığımızı bilirim. Ama şimdi öyle mi Anadolu Ajansı’nda Cumhurbaşkanını takip ederken, o kürsüden inmeden ben kürsüde konuşurken çekitğim fotoğrafı abonelere ulaştırmıştım.

Haber almak deseniz ayni keza... Boynunuzda telefon uttuup daktilo ile alacaksınız. Ben Hürriyet ve güneş gazetelerinde uzun yıllar taşra sorumluluğu yaptığımdan. Taşra muhabirlerinden gelen tüm haberleri telefonu boynumda tutarak aldım. Akşam eve geldğinde bazen boyun ağrısından uyuyamadığımı bilirim. Teknoloji baş döndürücü hızla öylesine gelişti ki bugün geldiğimiz noktada gazetciliğin teknik işler yönü aslıda artık hiç de zor değil.

1996 yılında Anadolu Ajansı’na geçtiğimde bile halen daktilolar kulanılıyordu. Bilgisayarlar geldiğinde onlara alışmak hiç de kolay olmamıştı bizim için.

Saygılarımla

DEVAMI HAFTAYA