'Toplu taşıma araçlarında sesli anons sistemi olmalı'
'Sevdiğim Kız Bana Abi Deyince' dedi ve Türkiye'nin beğenisini topladı. Görme engelli müzisyen Bilal Göregen, kendine has tarzıyla dikkatleri üzerine çekiyor.
“Sevdiğim Kız Bana Abi Deyince” dedi ve Türkiye’nin beğenisini topladı. Görme engelli müzisyen Bilal Göregen, kendine has tarzıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Ağzı ile çeşitli sesler çıkararak müzik yapan Göregen, çevresindeki herşeyi müzik aleti olarak da kullanabiliyor. Anında doğaçlama şarkılar söylüyor, hem de rock, rap, arabesk.. Her tarzda doğaçlama yapıp söyleyebiliyor. “Ben tek kişilik dev orkestrayım” diyerek müzikte iddialı olduğunu da gösteriyor. Katıldığı Yetenek Sizsiniz yarışmasını 2.’likle bitirdi ve şimdilerde yarışmaya “Engellerin başarıya engel olmadığını ispatlamak için çıktım” diyor.
1988 yılında Hatay/Dörtyol'da doğmasına rağmen “Benim hamurumda Kahramanmaraş’ın suyu ve ekmeği var. Dörtyol’u unuttum bile” diyor. O yüzden çok seviyor Kahramanmaraş’ı ve Kahramanmaraşlıyı. Onun gözlerinde damar yok. Ama “Ben gönül gözümle görüyorum” diyor. Bakmak ile görmek arasındaki farkı farketmek için tanımak gerekiyor Göregen’i. O bakamıyor ama görüyor. Güneş ışığını görmese de başarıyı, azimi ve umut ışığını görüyor.
Engelliler Haftası sebebiyle Kahramanmaraş’ta sahne almak için kente gelen Göregen, gazetemiz adına bize kendisinden ve yaptıklarından bahsetti. Engelli olarak yaşadıklarını, gözlerinin değil başka nedenlerin engellerini anlattı. “Türkiye’de şu anda biz işlenmemiş bir hazine madeniyiz” diyerek başlıyor konuşmasına. Esprili ve neşeli tavırlarıyla dikkat çeken müzisyen, doğaçlama yeteneğiyle ilgili sorduğumuz “Her zaman doğaçlama yapabiliyor musun?” sorusuna “Ormanlarda ağaçlama tükenir ama Bilal Göregen’de doğaçlama tükenmez” diye yanıt veriyor. Göregen ile muhabbet şöyle devam ediyor.
Peki doğaçlama programları yapıyor musun ?
Ben her türlü doğaçlıyorum. Hiç gerek yok. Yeter ki bana malzemeyi siz verin. İnşaat yapmak bizim işimiz.
İnşaat senin işin de yapıyor musun?
Yapıyorum. Kesinlikle yapıyorum.
Kahramanmaraş’ı çok seviyorsun. Kahramanmaraşlı olmadığın halde şehri sana bu kadar çok sevdiren şey nedir?
Benim 11 yılım Kahramanmaraş’ta geçti. Her ne kadar Hatay/Dörtyol’da doğsam da benim hamurumda Kahramanmaraş’ın suyu ve ekmeği var. Ben koyu bir Kahramanmaraşlıyım. İnsanlar birşeyi seviyorsa mutlaka bir sebebi varır. Bana da Kahramanmaraş’ı sevdiren gazeteci ağabeyim Muttalip Akkuş’tur. Ben bunu bu kadar açıkyüreklilikle söylüyorum. Çünkü ben ortaokulda okuduğum yıllarda pek kimseyi tanımıyordum. Ama ne zaman ki liseye başladık Muttalip ağabeyle tanıştık. Bizi ziyarete geldi. Ve o gün bugündür bana Maraş’ı sevdiren en önemli etken Muttalip Akkuş’tur.
Peki müziği sevdiren en önemli etken ne?
Benim küçükken, yani 2-3 yaşından beri oyuncak bebek kafası, bidon, çöp kovası, su damacanası, kürek, kazma, duvar önüme ne geldiyse ritm aleti olarak değerlendirmek aşkımdı küçüklüğümden beri yaptığım iş. Bu yüzdendir ki bu haslet beni müziğe sevketti. Ve ben şu anda müziği bir iş, bir sanat olarak değil bir aşk olarak görüyorum. Müzik benim için bir aşktır. Türkiye’de 45 GB’lık hafızasının 35 GB’ı müzikle dolu olan ender görme engelli vatandaşlardan bir tanesiyim ben. Poptan rocka, rapten jaza, arabeskten türküye, Türk Sanat Müziği’nden ilahiye, tasavvuf musikisinden ezgi ve marşlara kadar ne ararsanız hepsi benim repertuarımda var.
Sen kendin yapıyorsun müziğini de kendine has enteresan bir tarzın var. O nereden doğdu, nasıl oldu?
O şöyle oldu. Ben küçükken çok fazla radyo dinleyen bir insandım. Halen şu anda olduğu gibi. Ve şöyle bir hastalık belirdi bende. Radyoda şarkılardan veya türkülerden, eserlerden daha çok o eserlerin introlarını dinlerdim. Ve oradan yola çıkarak introlarla nasıl bir sesler topluluğu meydana getirebilirim diye bir kafamda kendim o zamanki küçük yaşlarımda proje çizdim ve sonrasında da o çizmiş olduğum projeyi ağzımla birleştirip Türkiye’de henüz hiçkimsenin yapamadığı bir oluşumu meydana getirdim. Ben şu anda tek kişilik dev orkestra olarak nitelendiriliyorum. Bu kesin bir iddiadır. Zaten ben şöyle bir iddiada bulundum Ülke TV’de katıldığım bir televizyon programında. Dedim ki, ‘Benim tıpkımın aynısından bir tane çıkıp hatta benden daha iyi bir performans sergilerse ben bu müziği bırakacağım. Ve gidip Dörtyol’da portakal toplayacağım’ dedim. Bu kadar net bir iddiada bulundum. Ama henüz bu iddiama karşılık bulamadım. Demek ki yokmuş. Tabi ki kimse bulunmaz Hint kumaşı değildir. Ama ben şu anda inanılması güç işler peşinde koşuyorum. Ben şu anda çay bardağı, çay kaşığı ve darbuka üçgeninden oluşan bir ritm tek kişilik bir perküsyon grubu oluşturmayı hedefliyorum.
Sen hep tek kişilik mi yapmayı düşünüyorsun çalışmalarını?
Ben tek olmayı seviyorum. Ama insanlarla da birşeyler yapmayı daha çok seviyorum. Ben etrafımda ‘Bilal, ede gel seninle şöyle bir müzik yapalım’ diyen bir adamı, grubu veya kişiyi bulamadığım için Türkiye’de tek başıma ilerliyorum. Yani başkanlık sistemi daha tartışılmadan ben kendi başkanlık sistemimi oluşturdum bile çoktan.
Kahramanmaraş’ta engelliye bakış nasıl sence?
Kahramanmaraş’ta çok ciddi bir engelli potansiyeli var. Benim okuduğum okullar da, aldığım eğitimler de bunun bir göstergesidir. Kahramanmaraş’ta engelliye inanılmaz değer veriliyor. Ve bir Anadolu şehri olmasına rağmen bütün bunlar oluyor. Hep Türkiye’de şöyle bir algı vardır. ‘Engelliye hizmet mi? İstanbul, Ankara, İzmir’de var.’ Hayır Kahramanmaraş’ta da var aslında.
Yeterli buluyor musun?
Yeterli buluyor musun derken bizde bir laf vardır ‘Kötünün iyisi’ derler. Hiç olmamasındansa en azından ilk adım herşeyin başlangıcıdır.
GÖRME ENGELLİLERE
SESLİ ANONS SİSTEMİ İSTİYORUZ
Mesela sen neleri iyi buluyorsun? Neleri eksik buluyorsun? Ekstra nelerin olmasını istiyorsun?
Ben şunu çok isterdim. Eminim bu röportajımı dolmuş durakları sahipleri okuyacaktır. Şunu çok isterdim. Muavinlerin, kaptanların veya şoförlerin engellileri yönlendirmesi yerine o dolmuşlarda birer sesli anons sistemi olabilir. Ve o sesli anons sistemi vesilesiyle engelliler Kahramanmaraş’ın istedikleri yerine istedikleri yerden gidebilme şansı bulabilmeliler. Bu benim düşüncem sadece. Muavinlerin yapmış olması yeterli olmuyor. Onlar da yorulmamış olurlar böylelikle. Çünkü günde 12-13 saat çalışan insanlar. Ayrıca muavinler unutabiliyor. Görme engelli arkadaşlarımız nereye geldiğini bilmiyor ve ineceği yerde inemiyor, gideceği yere gidemiyor. Kahramanmaraş Avrupa Birliği standartları çerçevesinde sesli anons sistemiyle ilk adımı atıp en azından teknolojiyi yakalamak yolunda ilk başlangıcı oluşturabilirler. Bunun devamı da elbette ki gelir. Biz bu anons sistemini başlatırsak herşey çok iyi çözülür. Benim tekerlekli sandalyeye mahkum arkadaşım kendisine uygun engelli asansörlerinin olduğu otobüs ve dolmuşlarla seyahat edebilmeli. Benim yaşlı ninelerim, dedelerim haftada en az 2-3 kere ziyaret edilmeli, aranmalı.
BELEDİYE YOL VE KALDIRIM HARİCİNDE
SOSYAL BELEDİYECİLİĞE YÖNELMELİ
“Yani Kahramanmaraş’ta yol, kaldırım gibi belediyecilik anlatılıyor. Oysa ki belediyecilikte önemli olan unsurlardan biri de sosyal belediyeciliktir. Nedir sosyal belediyecilik. Az önceki anlattığım hususları, yaşlılar, hastalar, engelliler ve kader mahkumları hususunda yapılan çalışmaları gün yüzüne çıkarmaktır.
Engelliler için yapılan bir başka proje de engellilerin hem halkla hem de kendi aralarında daha sık görüşebilmeleri için bir engelli lokalinin olması gerekir. Bugün mevcut sistemde engelliler dernekleri var ancak bu dernekler yeterli ihtiyacı karşılamamakta. Engelli derneklerinin hepsinin bir çatı altında toplanıp bir engelliler merkezi, bir engelliler lokalinin olması ve böylelikle türlü aktivitelerin olması lazım. Bugün engelli olmak başarıya engel değildir. Eğer sosyal devlet olmak istiyorsa Türkiye ve Kahramanmaraş sosyal belediye ilkesi taşıyan bir şehir olmak istiyorsa, engellisine ve diğer dezavantajlı gruplara daha fazla önem vermeli.
“ÇOK YETENEKLİ ENGELLİ ARKADAŞLARIMIZ VAR
AMA ENGELLENİYORLAR”
Sen bir engelli olarak başarılı bir insansın. Engelli arkadaşlarına neler tavsiye edersin?
Aslında engellilerin bazıları kendilerini topluma kazandıramıyorlarsa tam olarak onları suçlayamayız. Çünkü hâlâ engellisine ‘Bu saatten sonra sokağa çıkıp da ne olacak?’ diyerek evinde saklayan aileleri bilmekteyiz. Oysa bu ailelere çok önemli yaptırımlar uygulanmalı. Devlet belli denetim mekanizmalarıyla bu ailelerin engellileri topluma kazandırmasını sağlamalıdır. Ailelerin bu davranışlarının engellenmesi lazım. Hem devlet kanadından hem de sivil toplum kuruşları kanadından hem de bizim gibi sanatçı geçinen vatandaşlar tarafından. Biz düne kadar bir çalışma yapıyorsak engellilerle alakalı, yarından sonra iki çalışma yapmalıyız. Çok yetenekli engelli arkadaşlarımız var ama bunlar engelleniyor.
Oran verebilir misin? Sence yaklaşık olarak yüzde kaç oranında keşfedilmemiş engelli insan var?
Türkiye’de en büyük talihsizlik şudur. Medyada biraz daha görsellik ön plana çıktığı için medya dahil biraz önceki saydığım devlet, sivil toplum kuruluşları ve biz vatandaşlar da dahil çok fazla engelliyi topluma kazandırmak için çalışmayı sevmeyiz. Dolayısıyla da yüzde 20 ile 40 arası gibi çok düşük bir oran verebiliriz. Oysa yurtdışında böyle değil. Yurtdışında yetenekli engellilerin keşfedilmiş olanlarının sayısı yüzde 60’ı geçmekte. Almanya’yı beğenmiyoruz ama biz şundan haberdar değiliz. Almanya sosyal devlet ilkesini bizden çok çok önce benimsemiş, sosyal millet ilkesini bizden çok çok önce benimsemiş. Bir bugün daha yeni yeni engelliye nasıl davranılır, bir fiziksel engellinin koluna nasıl girilir daha bunları yeni yeni öğreniyoruz.
Yetenek Sizsiniz’e katıldın ve 2.’lik aldın. Kazandığın parayla tedavi olacaktın. Oradan sana herhangi bir ödeme yapıldı mı?
Şöyle söyleyim. Biz hayatımızda bu zamana kadar hatasıyla, doğrusuyla herşeyi yaptık. Ama yalan söylemedik. Bize o yarışmada çok güzel bir reklam imkanı sağlandı. Ancak ödülü sadece 1.lerin aldığı bir yarışmaymış. Biz de bunu sonradan öğrendik. Sormadık da zaten. Ben yarışmaya “Engel başarıya engel değildir” düsturunu insanlara aşılayabilmek için katıldım. Milletim için bu yarışmaya çıktım. Kendi geleceğimi bir nevi garanti altına almış oldum.
Yetenek Sizsiniz’den önceki Bilal Göregen ile sonraki arasında ne fark var? Yarışma sana bir şey kattı mı?
İlla ki katmıştır. Bir işadamı düşünün. İşadamı olmadan önceki hali, çevresi ve yaşam tarzı ile işadamı olduktan sonraki hali ve yaşam tarzı bir değildir. Aynı şekilde bizlerin de yarışmadan önceki yaşam tarzımızla şimdi ki bir değil.
Somut örnek verebilir misin?
Vereyim. Yarışmadan önce ben bu kadar yoğun programlar silsilesinde değildim. Ancak şu anda insanlar bizleri çağırabilmek için kuyruğa giriyorlar. Hatta öyle oluyor ki, biz bir programdayken ‘Ya sen o programa gitme, o programın bedeli neyse biz verelim ama bize gel’ diyen insanlar bile var.
Söylediklerin Kahramanmaraş için de geçerli mi? Yani sana bakış açısı değişti mi kentin?
Bir söz vardır. Evvel neyse ahir odur. Kahramanmaraş’ta Bilal Göregen ismi belli çevreler tarafından belki isteyerek belki istemeyerek bilinmemekte. Ama biz Müslümanız. Dolayısıyla Müslüman biraz ümitli olacak. Biraz ümitli, biraz inançlı, biraz gayretli, biraz da azimli olacak. Biz ne yapacağız? Kendimizi daha fazla insanlara kabul ettireceğiz. O beni sevmiyor diye ben ondan uzaklaşırsam tabi ki de sevmez. Ama o beni sevmiyor diye ben onu kazanmak ve kazandırmak için uğraşırsam o zaman ister istemez beni kendi yanında görmek isteyecektir. Belediyelerden de yeni yeni talepler olmaya başladı. Bunu biraz zamana yaymak gerekir.
“ÜLKEMDE DÜŞÜNCE SUÇLUSU DEĞİL DÜŞÜNCE İNSANI YETİŞMELİ”
“Ben bir medya hayranı ve basın gönüllüsüyüm. 2001 yılından bu yana basına uygulanan belli başlı ambargoları tasvip etmiyorum. Çünkü biz yıllarca ülke olarak gerek Osmanlı zamanında gerekse Cumhuriyet döneminde, gerekse de şu zamanda çok fazla düşünce suçlusu üretmeyi seviyoruz. Nedir düşünce suçlusu üretmek? Senin düşüncen benim düşünceme uymuyor diye ben seni ötekileştiriyorum. Birçok imkanını elinden alıyorum. Hiçbir şey yapamazsam bir suç isnad edip seni hapse atıyorum. Ben bunu tasvip etmiyorum. Çünkü benim ülkemde düşünce suçlusu değil düşünce insanı yetişmeli. Bunun da yolu gazetecilerden, medyadan geçmeli. Çünkü medya bir ülkenin gözü, sesi, kulağı ve haber alma özgürlüğüdür.
“EN AZ BİR YÖNETİCİ KADAR BİR BASIN MENSUBU DA
SÖZ SAHİBİ OLMALIDIR”
Ben son zamanlarda gerek bazı ünlüler tarafından gerekse bazı kesimler tarafından yapılan fiziksel veya manevi hiçbir şiddeti kabul etmiyorum. En kısa zamanda da basınımızın daha özgür olmasını diliyorum. Çünkü şu an ülkemizde özgür basın göremiyorum. Ben özgür basın istiyorum. Basınımız her yerde olsun istiyorum. Bir gazeteci röportaj almak istediğinde ona saldırılmasın, kameramanlara saldırılmasın, bir gazeteci istediğini yazdı diye kötü adledilmesin. En az bir yönetici kadar bir basın mensubu da bu ülkede söz sahibi olmalıdır. Dilimin döndüğünce de bunu haykıracağım. Bu röportaj ilk adımım. Özgür basın talep ediyorum ve bir vatandaş olarak da bunun hakkım olduğunu düşünüyorum.