Hem tekvandocu hem şair!

Hem tekvandocu hem şair!

Yazar, şair, Gazeteci, üstelik taekwondo milli hakemi. Hem sporla iç içe hem kültür sanatla… Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin tümünü istisnasız dolaşmış, kısaca hayatın her alanında yaşamdan zevk almayı bilen bir isim Ahmet Süreyya Durna!

07 Eylül 2017 - 12:23

Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Ahmet Süreyya Durna kimdir?

1954 doğumlu olup Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Nadır Köyü’nde dünyaya geldim. İlkokul, orta, lise ve imam hatip lisesinden sonra yükseköğrenimimi tamamladım. İki dönem, bir siyasi partinin İskenderun ilçe başkanlığını yaptım ve uzun süre Akdeniz Bölgesi Basın Ajansı olarak çalıştım. Bazı gazetelerde belgesel araştırmalarımın yanında, kültürel makalelerim yayımlandı. Genellikle iç ve dış gezilerimle ilgili yazılar kaleme aldım ve röportajlar aktardım. Daha sonra belirli aralıklarla köşe yazarlığı icra ettim. Aynı şekilde Anadolu’nun muhtelif yerlerinde çıkan birçok mahalli gazetelerde de yazdım sürekli. Haricen; Mizah, Milli Mücadele, İttihat, Somuncu Baba, Kültür-Sanat, Bengisu, Mefkûre gibi edebiyat dergilerinde şiirlerim neşredildi ve bazı eserlerim bestelendi. Aynı zamanda, bu dalda birçok ödüller aldım. Afşin Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevinde bulundum ve bu süre içerisinde makalelerimi bir müddet müstear isimle yazdım. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin tümünü istisnasız dolaştım. Bu hususta geçmişe ışık tutacak geniş ölçüde resim arşivine sahibim. Ayrıca, taekwondo milli hakemiyim ve sporla iç içe yaşamaktayım. Spor adeta hayatımın vazgeçilmezidir. Sosyal faaliyetlerimin dışında, hat sanatı ve Osmanlı arşivi üzerinde çalışmalarım mevcuttur. Hayata bakış açımın ve felsefemin tarifi, yazdığım şu dörtlükte saklıdır: Mayın tarlalarında gül derme arzusuyla,/Düşman bildiklerime gül verme arzusuyla,/ Yaşamak istiyorum savaşsız bir dünyada; /Namluların ucunda gül görme arzusuyla.”

Şiirle tanışmanız ve yazmanız ne zamandan beri devam ediyor?

Rahmetli dedem hanedan birisiydi. Misafir odasına gelen çok yönlü misafirlerin anlattıklarından etkilendiğimi düşünüyorum. Genellikle yöre âşıkları ki bunlar, irticalen atışmalar yaparlardı. Saz çalıp türkü söyleyenlerin yanında hikâye anlatanlar da olurdu. Babam, dedemin odasında uzun kış geceleri nazımla cenk kitapları okurdu ve ayrıca iyi bir türkücüydü. Yöremizde Kadayıfçı Durmuş’tan sonra babam gelirdi türkü söylemede. Rahmetli Kadayıfçı Durmuş tekdüze söylerdi, fakat babam; her daldan ve her telden söylerdi. Üstelik orta ölçekte şairdi de. Bazen beni şiirle mindere davet ettiği de olur elan. Yalnız ana tarafından dedemin şiirleri daha bir okunasıydı. İşte bu atmosfer içerisinde yetişmemden dolayı şiirle perçinleştim ve kaynaştım diyebilirim.

Sizi şiir yazmaya yönlendiren birisi oldu mu?

Konya’da okurken dört buçuk ay bir mahkûmiyetim söz konusuydu. Orada şiir yazmaya uğraşırken; her konuda otorite sayılabilecek Ahmet Necati Aksaray adında bir kişi vardı. Aynı zamanda çeşitli gazetelerde muharrirlik yapmış, birkaç dil bilen, aydın birisiydi. Hocaydı üstelik, bir gün ne yazdığımı merakla şiirlerimi görmek istedi. Verdiğimde, benim yazdığıma inanmadı ve “Bunlar hangi şaire aittir?” diye sordu. Çünkü kendisi de şairdi. Tabii on altı yaşındaydım o zaman. İnanamayışı, şiirlerimi yaşımla orantılı görmeyişinden kaynaklanıyordu. Zamanla benim yazdığıma kanaat gelince şiirlerimin; o yıllarda çok okunan dergilerde yayınlanmasına vesile oldu ve beni şiir kulvarında büyük ölçüde kamçıladı. O gün bu gündür şiirle iştigal etmekteyim.

Şiirlerinizde genel olarak işlediğiniz konular nelerdir?

Yazdığım şiirler genellikle siyasi ve sosyal içeriklidir. İroniyle karışık hicvetmeyi seviyorum. Tabi bunda siyasi iradelerin payı büyüktür. Tarih çerçevesinde eyyamcı (oportünist) siyasi iradelerin şairler üzerinde, kalıcı ve olumsuz etkileri bir vakıadır. Yiğitçe haykıranlar, belirgin makamları her türlü korkudan azade bir şekilde hicvederken, dalkavuk tabiatlılar; eğilerek, el-etek öperek methiyeler dizmişlerdir mevcut otoriteye. Allah’a çok şükür benim böyle bir şiirim yoktur. Şiirlerim, salt yergi mahiyetinde değildir elbette. Güzeller ve güzellikler manzumesine dair şiirlerim daha çoktur. Bilhassa doğa eksenli, varoluş eksenli şiirlerim revaçtadır. Keşke hep güzelliklerle kalsa insanlığımız… Keşke hep güzellikleri kuşanabilsek, yaşayabilsek… Ama maalesef, kısırdöngülerin dar çemberinde oyalanıyoruz böylece.

Peki, hicivli bir dörtlük okumanız mümkün mü?  

Gayet tabi. Ezberim zayıftır, ama kitaptan bir dörtlük okuyayım bari: Şu çağdaş despotlar, neronlar olmasaydı./Kan içici vampirler, şaronlar olmasaydı./Terazisi, dengesi bozulmazdı dünyanın,/Kıtaları kuşatan baronlar olmasaydı.”

İyi bir şair nasıl olmalıdır sizce?

Şair, statik düşünmemelidir. İcabında beyninin usaresini emerek üretmelidir. Başkalığı olmalıdır şairin. Farkını, her konuda fark ettirmelidir. Suya sabuna dokunmayana ben şahsen adam da demem, şair de… Şair; filozofça düşüncenin, belleklere kazınan imzanın, kamuoyu nezdinde hoş seda bırakacak her eylemin yansıması demektir. Şair, büyük düşündüğü ölçüde şairdir. O, dar kalıplara sığmamalıdır asla.

Şairin toplumdaki görevi nedir?

Bir başka açıdan söylemem gerekirse şair; radar konumundadır ve görsel bazda döner başlıklı tarayıcıdır. Görevi, toplumun hissiyatını ve değer yargılarını iyi okumaktır, iyi mütâlâa etmektir. Münferit ve yüzeysel davranışların ırağında tutmalıdır kendini. Uyarıcılık mekanizmasının çark ve dişlilerini iyi çalıştırmalıdır ve iyi bileylemelidir. İlla velâkin ilk önce şairliğin vasıflarını taşımalıdır üzerinde. Şair, ne işportacıdır ne de ucuz işporta malıdır şiir. Kıymeti harbiyesi olmayan şairin, şiirleri de ona mümasildir. Bakıyorum da bazı şair geçinen zevatlara, adeta şiir pazarlıyor. Şiir pazarlanmaz, şiir okunur sadece. Yeter ki şiir olsun. Ama bazıları, “şiir” diye ne kadar afara (harman yerindeki kalıntı) varsa dolduruyor çuvala. Şiir bu değil kardeşim dediğinizde güceniyorlar. Oysa şiir başlı başına bir sanat dalıdır. Şair ise parmak sayısı kadar azdır benim nezdim de. Öyle, “ben yazdım oldu” mantığıyla ne şair olunur ne de şiir yazılır. Yazıldığındaysa kendisinden başka kimse okumaz o şiiri. Ezcümle kendi çalar kendi oynar. Veyahut da avunur durur oyuncaklarıyla.

Gününüzü nasıl geçirirsiniz, neler yaparsınız?

Nasıl beyan etmeliyim ki? Bir kere kahvehane kültürüm yok. Sigara tiryakiliğim yok. İçki kullanmam. Ticaretten ve paradan anlamam. Hercai değilim. Programlanmış ve standart bir yaşantım mevzubahistir. Kafa dengi bir arkadaş bulursam şayet, dünyayı potaya kor eritirim birlikte. Şiir olsun, nesir olsun yazdıklarımdan mütevellit, sistematik bir okuyucu grubum vardır. Onların mesajlarına ve genellikle hal-hatır sormalarına cevap veriyorum kısaca. Osmanlıca yazıyorum ve bol kitabe okuyorum. Genellikle de tarihi mezar taşlarını okumaya bayılıyorum.  Günlük tutuyorum çoğu kez. Haftada bir mesire yerlerine gidiyorum. Artı, fırsatım ve gücüm nispetinde geziyorum Anadolu’yu. Hüzün seanslarım vardır, gecelerin koynunda ve el-ayak çekildiğinde… Varoluş gayemi düşünmekteyim. Şu anda hazır hale getirdiğim kitabımı çıkarmanın telaşındayım. Bazı rötuşları kaldı düzelti olarak. Biraz önce de belirttiğim gibi spor vazgeçilmezimdir. “Yorulmak” sözcüğü literatürüme henüz girmemiştir çok şükür. Depara kalkmış küheylanlar gibiyim. Dağ, dere, tepe demez; erinmeden dolaşırım nitekim. Bilirsiniz ya hani, bir deyim vardır yöremize has. “Kör gidiyor, yol gidiyor!” şeklinde. Eh, bizimki de aynısıdır işte! Gidiyoruz, yol nereye kadarsa?

Yazarın yayımlanmış eserleri: Muzır İkili (hikâyeler), Denemeler (edebiyat seçkisi), Şafak Taarruzu (şiirler), Üç Değirmenin Ötesi (Hikâye - 2013), Yalaka Üretim Merkezi” adlı eseri ise basım aşamasındadır.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x