RÖPORTAJ: NARİN DEMİRCİ
“Ah bu türküler, köy türküleri/ Dilimizin tuzu biberi/ Memleket ahvâlini onlardan sor/ Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i/ Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni/ Ben türkülerden aldım haberi…” Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun tıpkı şiirinde bahsettiği bu dizeler gibi başlıyor Hüseyin Yaltırık’ın da türkülerle olan yolculuğu henüz çocuk yaşlardayken. Köy yerinde eşeğin semerine astığı radyosuyla türküler dinleyerek ekmek taşıyor köyündeki beylere. Şairin dediği gibi önce türkülerden haber alıyor memleket ahvâlini. Çünkü dönemin ülkemizdeki son teknolojisi radyolardır ve sadece birkaç evde vardır, bir de kahvehane gibi topluluk alanlarında. Türküleri dinledikçe önce bağlamaya ilgi duyuyor adının bağlama bile olduğunu bilmeden. Sonrasında ise öğretmeninin teşvikiyle müsamelerde söylediği türkülere. Ama onun aklında sanatçı olmak yoktur. O yüzden İngilizce öğretmeni olur ve yıllarca liselerde öğretmenlik yapar. Hatta mesleki kariyerine Ege Üniversitesi Yabancı Diller bölümünde İngilizce okutmanı olarak devam eder. Doçentliğe kadar yükselir. Ancak doçentliğe giden yolu İngilizce’den değil türkülerden geçer ve yüksek lisans ile doktorasını ise müzik alanında yapar. Hüseyin Yaltırık’ın pilot olma sevdasından başlayarak İngilizce öğretmenliğine, okutmanlığa, oradan da doçentliğe ve TRT sanatçılığına uzanan çetrefilli sanat serüvenini heyecanla dinledik…
Mutfak aletleriyle söylenen Selanik türküleri
İlkokul yıllarından önce çocukluk hayalinin pilotluk olduğunu söylüyor Hüseyin Yaltırık. Kokusu güzel olduğu için pilot olup uçaktan herkese pro sabunu atmak istiyor. Tabii bir de gazete atmak. İnsanlar okusun ve haber alabilsinler diye. Ama kendi tabiriyle ilkokulda gerçeklere dönmeye başlıyor ve pilotluk hayali bitiyor. Peki hiç sanatçı olmanın hayallerini kurmuş muydu?... “Sanatçı olmak gibi bir derdim olmadı” diyor soruya ve “Sadece müziğe meraklıydım. Annemin sesi çok güzeldi. Dedemin sesi de çok güzelmiş. Dedemin memleketten yani Selanik’ten getirdiği türküleri akşamları yemekten sonra mutfak aletleriyle kendi ortamlarında söyleyip müzik yaparlarmış” diye devam ediyor.
Kahvehane sandalyelerinin tahtalarını sökerek bağlama yapıyor
Çocukluğunda sanatçı olmak gibi bir hayali olmasa da bu türkülere gönül vermediği anlamına gelmiyor tabii. Türküleri öyle çok seviyor ki, İngilizce öğretmenliği yaptığı dönemlerde bile köy köy, belde belde dolaşarak türkü derlemeleri yapıyor. Kopamıyor müzikten. Yıllar sonra kendisini türkülere iten iki etkileyici insandan bahsediyor. Birisi köy berberi diğeri ise ilkokul öğretmeni. O yılları şu sözlerle anlatıyor sanatçı, “İlkokul hocam müsamerelerde bağlama çalar, bana da türkü söyletirdi. Kalabalığa karşı bana türkü söyletmesi beni çok etkilerdi. Köyümüzün berberi ise ara sıra saz çalardı. Ben de onun sazı gibi bir saz yapmaya karar verdim. Yedi yaşında falanım o zaman. Kahvehane işletiyorduk. Ben de kahvehanenin sandalyelerinin sırtı olan yaslanılan kısmındaki üç tahtadan ortadakileri çekerdim. Sağ ve sol taraflarına da çiviler çakarak arasına balık misinası gererdim. Bir de kiremitten eşik yapardım. O benim sazım olurdu. Bağlamaya ilgim böyle taklit yoluyla oldu.”
“Gece ağabeyim hırsızı yakalamak için kahvehaneyi beklermiş”
Tabii saz yapmak için sandalyelerin tahtalarını sökmesi tek seferle kalmaz. “Çünkü benim yaptığım sazın akort yapılması, tellerinin değiştirilmesi mümkün değildi. Ben de kullanıp atıyordum” dediği olay karşısında babasının ve ağabeyinin hırsızlıktan şüphelenerek tahtaları çalan kişinin peşine düştüğünü söylüyor. “Kahvehanede sandalyelerin eksildiğini fark edince takibe almışlar. Gece ağabeyim hırsızı yakalamak için kahvehaneyi beklermiş” diyen sanatçı, “Bir gün elimde tahtaları gördüler. Kızmadılar ama. Ağabeyim bana Kuşadası’ndan boyuma uygun gerçek bir bağlama alıp hediye etti. Hem kahvehanenin tahtaları kurtuldu hem de benim gerçek bir sazım oldu” diyor. Böylelikle artık Bedri Rahmi’nin şiirinde “Salınsın türküler bir uçtan bir uca/ Evelallah hepsinde varım/ Onlar kadar sahici/ Onlar kadar gerçek/ İnsancasına, erkekçesine/ 'Bana bir bardak su' dercesine/ Bir türkü söylemeden gidersem yanarım” dediği gibi sahici türküler söylemeye ve sanat yolculuğuna sahici bir adım atmaya başlıyor.
Kendi kendisine kızıp İngilizce öğrenmek istiyor
İlkokul ve ortaokul yıllarından sonra lisede bağlama takımına alınıyor. “Onlara baka baka bağlama çalmayı bayağı ilerletmiştim” diyen sanatçı, birden bire İngilizce öğretmenliği okumaya karar veriyor. Peki müzikte bu kadar ilerlerken ve severken neden İngilizce öğretmenliğini tercih ettiğini soruyoruz. O da kendi kendisine kızdığı bir olay yüzünden aldığı o büyük kararı şu sözlerle anlatıyor, “Benim köyüm Güzelçamlı tam deniz kenarındaydı. Turizm de patlayınca o yıllarda Kuşadası ve çevresi turistlerin uğrak yeri oldu. Yazın köyümüze çok turist gelirdi. Biz de bir grup çocuk onların peşine takılır giderdik. Bir kelime biliyorduk, o da hello. Lise 2’ye giderken bir gün turistlerden biri bir soru sordu bana. Anlayamadım. Kendi kendime kızdım cevap veremeyince. Küçük bir çocuk geldi ve cevap verdi turiste tıkır tıkır. Kuşadası’nda kaldığı için pratik yapmış. Ben kendi kendime kızdım, içerledim. Bunun üzerine İngilizce öğrenmek istedim. Kuşadası’na gittim ve üç sezon çalışarak İngilizce’yi öğrendim.”
“Trakya, Ege ve Balkan türkülerini de hem söyledim hem derledim”
Yıllarca lisede İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra Ege Üniversitesi Yabancı Diller bölümünde İngilizce okutmanlığı yapıyor Hüseyin Yaltırık. Ancak bütün bunları yaparken müziğe asla ara vermeyen ve sürekli folklor çalışmalarına devam eden sanatçı, Devlet Türk Musikisi Konservatuvarında Türk Halk Müziği dalında yüksek lisans yapıyor. Ardından da “Trakya bölgesinin tasavvufî halk müziği” üzerine tez yazarak doktorasını tamamlıyor. 1987 yılında da TRT’nin Türk Halk Müziği dalında açtığı yetişmiş sanatçı sınavını kazanıyor. 1988’de ise radikal bir karar vererek üniversitedeki görevinden istifa edip TRT İzmir Radyosunda Türk Halk Müziği sanatçısı olarak göreve başlıyor. Türkülere çok şey katıyor. Kendisinden sadece Rumeli araştırması yapması, bilinmeyen türküleri de radyoya taşıması, bununla birlikte de çalıp söylemesi istense de o asla bunlarla sınırlı kalmayarak, “Sadece Rumeli türküleri değil Trakya, Ege ve Balkan türkülerini de hem söyledim hem derledim. Çoğunun da notalarını yazdım” diyor. Verdiği bu keskin karar neticesinde hiç pişmanlık duyup duymadığını ise şöyle izah ediyor, “Çevremdeki insanlar sanatçı Hüseyin Yaltırık’a, öğretmen ya da okutman Hüseyin Yaltırık’tan daha fazla saygı duyuyorlar. İyi ki TRT’ye geçmişim diyorum. Hiç pişmanlık duymadım. Çünkü TRT’de daha fazla türkü derlemeye zaman ayırabiliyordum.”
“2008 yılında İzmir cezalandırıldı resmen”
Yıllarca TRT’ye çok yönlü hizmet verdikten sonra TRT İzmir Radyosu Türk Halk Müziği Sorumlusu görevini de yürütüyor. Aslında yapmış olduğu görev müdürlük. Ancak görev tanımlamasının müdürlük olmadığını belirterek sebebini şöyle açıklıyor, “Bizim müdürlüğümüz tabiri caizse orada Türk Halk Müziği sanatçısı arkadaşların sorumluluğunu üstlenmekti. Resmi olarak müdürlük 2008 yılında kaldırıldı. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği müdürlükleri vardı. Ama 2008 yılında İzmir cezalandırıldı resmen. Müdürlük yaptım ama adı müdürlük değildi. TRT İzmir Radyosu Türk Halk Müziği sorumlusuydum. Yetki ve görevleri müdür yetki ve görevleri idi ama ismi sorumluydu. Bizden imza yetkisini ve mührü almışlardı. ‘Bölge müdürlüğü’nden ‘İzmir müdürlüğü’ne indirgendi. ‘Bölge’ ifadesi kaldırılınca müdür değil sorumlu olduk.”
“Sanatçılar TRT’den teşvik adı altında mobbing yapılarak gönderildi”
“İzmir cezalandırıldı resmen” ifadesini kullanmasının nedenini ise şöyle açıklıyor sanatçı, “İzmir siyasi ve sosyal bir yapı olarak Türkiye’nin en çok dikkat çeken illerinden biri. ‘Gavur İzmir’ dedikleri bir belde. Yahudi, Ermeni derken çok kültürlü bir kent olduğu için söylerler bunu. İzmir’den yıllarca hep aynı parti çıktığı için yetkiyi elinde bulunduranlar da İzmir’i cezalandırdı. Hâlâ da aynı. 2008 senesinde bütün sanatçılar memur statüsüne indirildi. TRT’de sanatçı hakları memur gibi değerlendirildi. Memur sayıldığımız için 2018 yılında ise sürgünler ve baskılar başladı. 703 nolu kanun hükmünde kararnameyle mevcut olan sanatçılar TRT’den teşvik adı altında mobbing yapılarak gönderildi. Bu bir mobbingdi. Çünkü emekli olması istenen sanatçıların isim listesi gönderildi. Sanatçılarımız üzüldü ve emekli oldular. Ben de dahil. Sorumlu ben olduğum için arkadaşlarıma bu durumu ben bildirmiştim. Mesela bir sanatçının emekliliğine beş sene kalmışsa, yaşına ya da durumuna göre yüzde oranları değişen, artırılan emekli ikramiyeleri verilerek emekliliğe teşvik edildiler. Emekli olmazsak çeşitli bakanlıklarda memur olarak görevlendirilmekle tehdit edildik. Çünkü pozisyonumuz devlet memuruydu. Sanatçı değildik. TRT’de maalesef yaşandı bunlar.”
“TRT’den emekli de olsak seslerimiz orada, hizmetlerimiz hâlâ devam ediyor”
Bahsettiği mobbing uygulamasının sadece İzmir Radyosu Türk Halk Müziği alanında yaşanan şeyler olduğunun da altını çiziyor. “Oysa TRT büyük ve saygın bir kurum. Türk Halk Müziği alanında da muazzam bir arşivi var” diyen sanatçı, “Ben hâlâ TRT repertuarına derlediğim türküleri ve notalarını gönderiyorum. Biz TRT’den emekli de olsak seslerimiz orada. Hizmetlerimiz hâlâ devam ediyor” ifadesini kullanıyor.
Çocukların kabiliyetlerini açığa çıkarmak için yapılan 4K projesi
Son olarak bu kadar farklı alanda başarı elde etmiş bir eğitimci ve sanatçıya başarı sırrını da sormadan edemiyoruz. Neydi bu kadar yelpazesi geniş alanda başarı sağlayabilmenin tılsımı? Tebessüm ederek çocukluk yıllarındaki “Başarı Günleri”ne gidiyor ve kümes hayvanları, buzağılar besleyip temizledikleri o günleri anlatıyor şu sözlerle, “İlkokula giderken bizzat Başarı Günlerimiz olurdu. Bu Köy Enstitüsü öğretmenleri tarafından yapılan 4K adı verilen bir projeydi. Kafa, kol, kalp ve kuvvet. Projede çocuklara hayvan ve tabiat sevgisi aşılanırdı. Buzağı büyütmek, kümes hayvanları yetiştirmek bu projenin bir parçasıydı. Başarı gününde herkes baktığı, beslediği hayvanlar üzerinden not alırdı. Çilek dikmek ve yetiştirmek de vardı işin içinde. Ayrıca tiyatro yapmak da. Aslında kabiliyetleri açığa çıkarmak adına yapılan bir şeydi. Çocukların psikolojik ve sosyal gelişimini sağlamak içindi. Ben genelde kümes hayvanlarıyla ilgileniyordum. Hayvanlara su ve yem vermek, onları temiz tutmaktı vazifemiz. Sanırım Orman Bakanlığından gelen bir ekip ve okul müdürü ev ev gezer, proje nerede gerçekleşmişse orayı ziyaret eder, not verirlerdi. Dolma kalem, defter gibi birçok başarı ödülleri vardı. İlkokulda böyle başarı günlerinden geçmiş bir öğrenci olarak başarıya bakışım şudur. Ortaokulda çok değerli okul müdürümüz ‘Başarının şartı çalışmak, öğrenmenin şartı tekrar’ derdi. Ben bunu hayat felsefesi olarak önüme koydum. Ayrıca bana göre başarıda en önemli şey hedef koymaktır. Ve çalışmak. Çünkü çok çalışmanın sonunda başarı elde edilir. Hüseyin Yaltırık bu felsefeden ibarettir.”
YORUMLAR