Türk Halk Müziği sanatçısı Sabahattin Çiçek: "Bağlamaya...

Türk Halk Müziği sanatçısı Sabahattin Çiçek: "Bağlamaya saygısızlık yapamazsınız"

Türk Halk Müziği sanatçısı ve akademisyen Sabahattin Çiçek, çalarken bağlamaya saygısızlık yapanları eleştirdi. Müzikte bağlamanın manevi kıymetine değinen Çiçek, “Bağlamanın her bir perdesinde yüzyıllar var. Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus Emre, Aşık Veysel, Aşık Mahsuni Şerif var. Onların aşkları, çileleri var. Elinizde, ağzınızda sigarayla bacaklarınızı açarak çalamazsınız onu. Saygısızlık yapamazsınız” dedi.

02 Şubat 2024 - 00:40 - Güncelleme: 12 Şubat 2024 - 01:34

Röportaj: Narin DEMİRCİ

İlkokula başladığı ilk gün dersine giren bir öğretmeninin olumsuz bir hareketi yüzünden kendi kendine öğretmen olma sözü verdi o. Ve yıllar sonra akademisyen olarak başladığı üniversitede yüzlerce öğrencisi oldu. “Üsluba çok dikkat ediyorum. O yüzden ben onun gibi bir öğretmen olmak istemedim. Tahtada notaları gösterirken bile kullandığım sopayı öğrencilerimden tarafa çevirmedim” diyen Çiçek’in çok özel bir isteği vardı Allah’tan. O da saz çalmayı öğrenmek. Şimdilerde Türk Halk Müziği sanatçısı olan Çiçek, “Ve ben hakikaten başka hiçbir dilekte bulunmadım” diyerek ve Allah’a şükranlarını sunarak anlatıyor bize sanat yolculuğunu.

“Ticaret yapamayanları okutmakla tehdit ederlerdi”

İlkokulu Akseki’nin bir köyünde okuyor Sabahattin Çiçek. O zamanlar köy okullarının çok kalabalık olduğunu ve şimdilere göre daha nitelikli öğretmenlerin bulunduğunun altını çiziyor. “Ancak birleştirilmiş sınıflar hakimdi” diyen sanatçı, bir yandan okula giderken diğer yandan da babasının kahvehanesinde çıraklık yapıyor. O günlerle ilgili, “Köyümüzde kahvehanemiz vardı. Babam işletiyordu. Sabah ezanından önce kaldırırdı beni. Bu durum ilkokul hayatım boyunca devam etti” diyor. Aksekililerin ticarette çok iyi olduklarını da belirten sanatçı, “Aksekililerde iki tür insan vardır. Biri ticaret yapanlar diğeri de okuyanlar. Hatta ticaret yapamayanları okutmakla tehdit ederler. Okumak ceza gibidir bizim oralarda” ifadelerini kullanarak sınıflarındaki 28 öğrenciden sadece kendisinin okuduğunu söylüyor.  

“İlkokulda verdiği sözü tuttu, Allah’tan saz çalmaktan başka dilekte bulunmadı”

Türkü söyleme ve dinleme merakı ise ilkokul yıllarından kalma. Bir bağlama çalmayı öğrenmek için Allah’a nasıl dua ettiğini ve duası kabul olduktan sonraki şükranlarını şu sözlerle dile getiriyor sanatçı, “Anadolu’da düğünleri kız evi ayrı, erkek evi ayrı yerlerde yaparlar. Ben de müziği seviyorum zaten o yıllarda herkes bana türkü söyletiyordu. Köyümüzde bir düğün vardı. Kızın abisinin, kardeşinin düğününde saz çalacağını öğrendim. Annemden beni de düğüne götürmesini istedim. Kız evi diye ‘Sen erkeksin’ deyip götürmediler beni. 11-12 yaşlarındaydım oysa. Yağmurlu bir havaydı ama ben evden kaçıp gittim düğüne. Annemleri takip ettim. Onlar düğün evine girdiler ama ben yağmur altında dışarda bekledim. O an bir ses duydum. Bağlama çalınıyordu. Bizi küçükken korkuturlardı hep. ‘Koşma, heyecanlanma kalbin çıkar’ diye. İşte o heyecanlanma esnasında kalbim çıkmasın diye kalbimi tutmuştum. ‘Kahpe Felek Sana Nettim, Neyledim’ diye bir türküydü. Hâlen konserlerime de alıyorum bu türküyü, öğrencilerime de anlatıyorum. Alex’in bir sözü var ya, ‘Hayal ederseniz gerçekleştirirsiniz’ diye. Ben de bunu hayal ettim. Bu türküyü dinledikten sonra hüngür hüngür ağlayıp ‘Allah’ım bana saz çalmayı nasip et, senden başka bir dilekte bulunmayacağım’ dedim. İlkokul beşinci sınıfta vermiştim bu sözü. Ona teşekkür ediyorum. Bunu gerçekleştirdi. Ve ben de hakikaten başka hiçbir dilekte bulunmadım.”

İlkokulda yaşadığı üslup travması yüzünden öğretmen olmaya karar verdi

“Ben dili kullanmaya çok dikkat ediyorum” diyor Sabahattin Çiçek. Onun bu cümleyi kullanması bir anda Cemil Meriç’in “Üslubun kimliğindir” sözünü çağrıştırıyor zihnimizde. Ve Barış Manço’nun bir arı için neden ‘Bal böceği’ nitelemesi yaptığını daha iyi anlıyorsunuz. Sanatçı kimliğini bir kartvizit olarak cebinde değil yüreğinde taşıyanların üsluba karşı böyle özel bir duyarlılığı olduğunu fark ediyorsunuz. Öyle bir duyarlılık ki, ilkokulda yaşadığı bir üslup travması, onu hayatının mesleğini seçecek noktaya getiriyor. Kendisini öğretmen olmaya yönelten o olayı da şu ifadelerle anlatıyor, “Okula ilk girdiğim gün birleştirilmiş sınıflarda okurken ismini vermek istemediğim bir öğretmenim kapıyı açtı ve korkunç bir diksiyonla ağır bir hakarette bulundu bana. Sınıfta herkes gürültü yapıyordu, ayaktaydı. Ben ise sıraya oturmuş ritim tutturmuştum. Beni ayağa kaldırdı ve hakaret ederek tokatladı. Ağzımı kapatarak o an ‘Öğretmen olacağım’ diye tekrarladım defalarca. Ve sonunda öğretmen oldum. Çok mutluyum. Çünkü onun gibi bir öğretmen olmadım. İncelendiğinde Aksekililer ticarette çok iyidir. Ama ben bu yüzden öğretmen olmak istedim.”

Sahte Altın Plak Ses Yarışması ile hayalleriyle alay edildi ama…

Lisede yaşadığı sahte Altın Plak Ses Yarışmasıyla da hayal kırıklığına uğruyor sanatçı. Ancak o, bu hayal kırıklıklarının altında ezilmek yerine o enkazı ayaklarının altına alarak daha yukarılara tırmanıyor. O yıllarda hayalleriyle nasıl alay edildiğinden de bahseden Çiçek, “Hem sanat müziği hem de halk müziği dalında yüzlerce kişi başvurmuştu o yarışmaya. Ben halk müziği kategorisinde birinci olmuştum. Ertesi gün Antalya’da anlaşma yapacaktık ve plağım çıkacaktı. Gece uyuyamamıştım. Verilen adrese gittik ki, adres diye bir şey yok. O kadar insanı toplamışlar” diyor. O travmayı nasıl atlattığını sorduğumuzda ise yıkılan hayallerinin altından kitaplar sayesinde çıktığına işaret ederek şu ifadelere yer veriyor, “Bu bende travma yaratabilirdi elbet ama lisede hem Türk hem de Batı klasiklerini hemen hemen bitirmiştim. Çok kitap okurdum, hâlâ da okuyorum. Bu olaylar gerçekten travma yaratacak şeyler. Bir gencin hayaliyle dalga geçiliyor, eritiliyor, kolay değil. Hayata küstürür insanı ama ben doğal karşıladım.”  

“Bazen rüyalarımda ekonomik nedenlerden dolayı okulu dondurduğumu görüyorum”

Yokluk içinde büyüdüğünü ve üniversiteyi dayısının katkılarıyla okuduğunu, ilk paltosunun ise üniversitenin sömestr tatilinde olduğunu söylüyor. “Dayımın paltosuydu. İlk paltom üniversitede oldu” diyen Çiçek, “Çok zor koşullarda okuduk. İlkokulda başlayan çalışma hayatım üniversite bitene kadar hatta Uludağ Üniversitesi’nde hoca olarak göreve başlayacağım günün akşamına kadar devam etti. 20.45’te Bursa’ya otobüsüm vardı, 20.30’da çay tepsisini bıraktım ve babamın elini öperek otobüse bindim. Ertesi gün Uludağ Üniversitesi’nde hocalığa başladım. Ben hiçbir sabah güneşin aydınlık ve sıcak yüzünü görerek uykumdan uyanmadım. Hep karanlık, hep karanlıktı” diyerek o yıllardaki çalışma hayatının insani değerlerine çok şey kattığının da özellikle altını çiziyor. Kâbusu haline gelen üniversite zamanındaki yokluk zamanlarına ilişkin konuşurken, burkulmuş dudaklarından şu ifadeler dökülüyor sanatçının, “Üniversiteyi o kadar zorluklarla okudum ki, hâlâ bazen rüyalarımda ekonomik nedenlerden dolayı okulu dondurduğumu görüyorum. Halbuki gerçekte okulu dondurmuş değilim. Ama rüyama böyle giriyor. Para yetişmeyecekmiş, okuyamayacakmışım gibi geliyor.”

“Ben bir eğitimciyim ama derdim hep sanat”

Belli bir zamana kadar müzikle edebiyatın gönlünde eşit seviyede devam ettiğini ancak son anda müziğin ağır bastığını belirterek, “Gazi Eğitim Fakültesi’nin sınavında başarılı oldum. İlk defa piyanoyu orada görmüştüm. Tamamen Allah vergisi bir şey. Böylelikle Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi bölümünü bitirdim. Ben bir eğitimciyim ama derdim hep sanat. Emekli oldum ama türkülere hâlen devam ediyorum. Bir derneğimiz var ve orada 7’den 70’e kursiyerlerimiz var. Ve ben hâlâ 5-6 yaşındaki çocuklara bile sanat öğretmek için çaba harcıyorum” diyor.

TRT sınavını kazandığı halde öğretmenliği tercih etti

TRT’nin 1982 yılında yetiştirilmek üzere alacağı sanatçı sınavını kazandığını ancak “Ya üniversiteyi tercih edecektim ya da TRT’yi” diyerek ikilemde kaldığı için radikal bir kararla çocukluğunda verdiği sözü hatırlayıp eğitime yöneldiğini vurguluyor. “Belkıs Akkale ile aynı sınava girmiştim. Kazandığım halde gitmedim. Ya üniversiteyi ya TRT’yi seçme şansım vardı. Ben hiç düşünmeden üniversiteyi istedim. Zaten öğretmen, sanatçı da olabilir diye düşünüyordum” diyen Çiçek, şu an istediği noktada olup olmadığı konusuna ise “Kesinlikle istediğim noktadayım. Çünkü hayalim öğretmen olmaktı” sözleriyle açıklık getiriyor.

“Baskıcı bir ortamda sanat öğretilmez”

Eğitimci olmayı bütün hücrelerinde hisseden bir akademisyenin öğrencilerine karşı tavırlarını dinlerken hassasiyetine hayranlık duymamanız elde değil. “Tahtadaki notaları gösterirken dahi kullandığım sopayı öğrencilerden tarafa çevirmem” diyen Çiçek, “Derse girdiğimde yaptığım ilk iş cep telefonumu yazmaktır. Beni 24 saat arayabileceklerini söylüyorum öğrencilerime. ‘Arkadaşız, dostuz ve hiçbir alanda, hiçbir ortamda olmadığınız kadar özgür olacaksınız’ diyorum. Çünkü sanat, hele ki sanatın müzik alanı mutlak suretle özgür, demokratik ortamda olur. Baskıcı bir ortamda sanat öğretilmez” ifadelerini kullanıyor.

“Okullarımızda sanat derslerine gereken önem verilmeli”

Sanatın insan hayatına dokunuşuna ve güzellikler kattığına işaret eden ve sanatın eğitim hayatına da yayılması gerektiğine vurgu yapan Çiçek, “Okullarımızda sanat derslerine gereken önem verilmeli. Ondan çok uzaklaştık. Çünkü sanat görünmeyen kazanımlar elde ettirir insana. Hoşgörü gibi, sabır gibi, empati kurmak gibi… Herkes sanatçı olamaz ama olanların da o sanatçı kimliğini taşıyabilmesi gerekir” diyor. 

“Allah canımı ders verirken alsın”

Yapılan işin severek yapılmasına işaret ederek işini severek yapanlara hayranlık beslediğini kaydeden Çiçek, “Yaptığın işi çok seveceksin. Geçenlerde belediyenin temizlik görevlisi işini yaparken ritim tutturmuş, bir yandan sokakları süpürüp, bir yandan türkü söylüyordu. Yanına giderek takdir ettim. Çok şaşırdı. Ben de işimi severek yapıyorum. O yüzden Allah canımı ders verirken alsın” diyor. Ayrıca hem bir sanatçı hem de akademisyen olarak halk müziğinin demirbaş çalgı aleti olan bağlamaya karşı saygısızlık yapanları da eleştiren sanatçı, “Bağlama dersi verdiğimde ‘Bunu bir ağaç olarak görmeyin’ diyorum. Her perdede yüzyıllar var. Karacaoğlan var, Pir Sultan Abdal var, Yunus Emre var, Aşık Veysel var, Aşık Mahsuni Şerif var. Onların aşkları, çileleri var. Aşık Veysel evden kaçacak olan eşinin ayakkabısının içine para koyan bir insan. Parasız kalmasın diye. Böyle naif sevgilerin yaşatıldığı, aktarıldığı bir alet bağlama. O yüzden bağlamayı elinize alırken adeta abdest alacaksınız. Bağlamayı elinizde, ağzınızda sigarayla bacaklarınızı açarak çalamazsınız” diyerek bağlamaya yapılan saygısızlığın, naif duygulara yapılan bir saygısızlık olduğuna işaret ediyor.

Atatürk’ün ismini koyduğu o çalgı aleti

Müzik ile edebiyat ikileminde müziği, müziğin içinde de Türk Halk Müziğini seçme nedenini, “Çünkü halk ezgileri halkın ta kendisidir” cümlesiyle açıklıyor Sabahattin Çiçek. “Ninnilerle büyüdük hepimiz. O ninnilerin, sayışmaların, tekerlemelerin hepsi halk ezgileridir, halkın yaşantısıdır. Yemesinden içmesinden tutun da aşklarına, ayrılıklarına kadar böyle bu” diyen sanatçı, bir halk müziği çalgı aleti olan cümbüşün ismini Atatürk’ün verdiğinden ve isim yıllarından da bahsederek şöyle konuşuyor, “Halk Müziği, Batı Müziği tartışmalarının yaşandığı yıllarda Atatürk bizim kendi müziğimizi yansıtan bir çalgı yapılmasını istiyor. Bağlama var tabii o zaman ama Cumhuriyet dönemine ait bir çalgı yapılmasını istiyor. Zeynel Abidin, Atatürk ile görüşüyor ve cümbüşü yapıyor. Bu alet Atatürk’ün çok hoşuna gidiyor ve adını cümbüş koyuyor. Bizim kendi öz müziğimizdir halk müziği. Çünkü bizi anlatıyor. Aslında nefes alıp vermektir halk müziği. Ben de ilkokuldan beri saz çalmak isteyen biri olarak halk müziğine yöneldim tabii.”

Türk müziği, halk müziği ayrımına karşı çıkıyor

Türk müziği, halk müziği ayrımı yapılmasının da kesinlikle karşısında duran Çiçek, “Direkt Anadolu Müziği demekte fayda var” diyor. Çünkü Anadolu’da yaşayan herkesin Türk kimliği taşımadığının altını çizen sanatçı, “Hepsi birbirinin içine geçmiş durumda. Bu sadece müzik için de geçerli değil üstelik. O yüzden halk oyunları yarışmalarında dünya birincisi oluruz biz. Çünkü o konuda çok zenginiz” diye konuşuyor.

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • Mutlu Demirci
    2 ay önce
    Sevgili Sebahattin; çook güzel, anlamlı ,duygusal söyleşini bir solukta an be an Gazi sıralarını anımsayarak okudum.Iyi ki seninle yolumuz çakışmış.Gazi sıralarından bugünlere. Ne mutlu hala dostuz , kardeşiz.Türkülere dil vermek ne güzeldir.Senin sesinle başka güzel elbette.Tüm sevdiklerinle sağlıklı , mutlu yaşa kardeşimm.Saygı ve sevgiyle..
  • Zafer çolak
    2 ay önce
    Tebrik ederim.Sanat ve sanatçıların daha saygın olduğu bir ülke dileğimle.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x