RÖPORTAJ: NARİN DEMİRCİ
Çocukken eline tutuşturulan tığ ile başlasa da iğne oyasında ustalaşarak devam etti onun devlet sanatçılığına uzanan yolculuğu. “İğneyle kuyu kazarak” değil deyimleri alt üst edercesine iğne iğne oyalar işleyerek devlet sanatçılığına yükseldi. Şimdilerde iğne oyasıyla tablolar, ev eşyaları, dekorlar, takılar ve dahi birçok farklı şeyler yapıyor. Sanatını diğer sanat dallarıyla harmanlayarak bambaşka işlere imza atmak ise onun adeta yaşam tarzı. Çünkü iğne oyasının sadece yazmaların kenarlarında kalan bir oyadan öteye geçmesini istiyor o. Gelin tacına, şapkalara, şallara ve akla hayale gelebilecek her türlü şeye işliyor düğüm düğüm. O kadar çok seviyor ki iğne oyasını, “Onda kendimi buluyorum. İğne oyası yaparken yorulduğumu fark etmiyorum” diyor. Ve bu sevdası, en başta ehliyetsizlik ve liyakatsizlikle mücadelesi olmak üzere, onun için birçok sahada verdiği çabaya değdiğini hissettiriyor ona. Şair Sezai Karakoç bir şiirinde “Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum” diyor ya, Züleyha Serbes de sanat aşkını göğsünde kurşun gibi taşıyarak ve bir yığın engelleri aşmaya çalışarak işlediği iğne oyası çiçeklerle insanların göğüslerinde zarafetle taşıyacakları broşlar yapıyor. Ve “İğne oyasıyla her şeyi yapabilirim. Dünyada rakip tanımam” diyebiliyor. Biz de kendisiyle göğsünde kurşun gibi taşıdığı iğne oyası aşkını kendisinin yakasına nakış nakış işleyen o sebepleri ve çok daha fazlasını konuştuk…
TIĞ OYALARI İĞNE OYALARINA DÖNÜŞTÜ
İğne oyası, annesi ve akraba büyüğü kadınlardan kendisine kalan bir kültür mirası. “Bizde çocuk okula giderken yaz tatillerinde annesi eline bir şeyler tutuşturur. Benim annem de o zaman elime bir iple tığ vererek dantel yapmaya başlattı ilkokula giderken. Anneannem beş şişte çorap örmeyi bilirdi. Tığ oyaları yavaş yavaş iğne oyalarına dönmeye başladı” diyor. Aslında çocukluk hayali öğretmen olmakmış. Ancak hayat onu bambaşka bir serüvene sürüklüyor ve günün birinde kendisini el sanatları eğitmeni olarak meslek edindirme kurslarında öğretmenlik yaparken buluyor. Bugünlerden bahsederken kendisi de tebessüm ederek, “Sonuçta öğretmen oldum ama daha büyük insanlara daha farklı işler öğreten bir öğretmen oldum” diyor.
OYALARIN DİLİYLE VERİLEN MESAJLAR
Süreç içerisinde iğne oyasının tarihçesini ve yörelere ait sembolik değerlerini de derinlemesine araştırıyor. Adeta ‘iğne oyası lisanı’nı öğrenen Züleyha Serbes, oyaların dili hakkında da şunları söylüyor, “Mesela yeni gelinler evlerinde mutlularsa başına taktığı oyadan anlaşılırmış. Ya da gelinin taktığı oyadan kayınvalidesiyle küs olduğu, gebe olduğu, bekarsa gönlünde biri olup olmadığı anlaşılırmış. Eşi gurbette olup da gurbet yolu bekleyen gelinin bile oyası farklı.”
“BAŞARISIZ OLABİLME PAHASINA BAŞLADIM ENDEMİK İŞİNE”
Ona göre iğne oyası “El emeği göz nuru” deyiminin tam karşılığı. Önce babasının mesleği icabı diyar diyar geziyor, sonra da eşinin mesleği gereği. Her gittiği yerden farklı bir kültür ve sanat kokusunu heybesine ekleyerek devam ediyor yolculuğuna. Bir gün yolu Bolu’ya düştüğünde bir yol daha çıkıyor karşısına. Ve endemik bitkileri çalışmaya böyle başlıyor. Sanat kariyerinde önemli bir basamak olan endemik serüvenini şöyle anlatıyor sanatçı, “Bolu’da görev yaptığım dönemde yöneticilerden Köroğlu çiçekleriyle ilgili çalışma yapmamız istenmişti. Diğer hocalar kataloğu inceleyip geri çekildiler. Ama ben çekilmedim. Başarısız olabilme pahasına başladım endemik işine. Yapamayabilirdik. Ama kursiyerlerimle ben çiçeğin detaylı araştırmasını yaptık ve yıl sonunda yüksek sayıda Köroğlu çiçeği çalıştık. Onları da kendi tasarımlarımız olan fanusların içine led aydınlatmalar döşeyerek sunum yaptık. Öyle sergiledik. Çok ilgi gördü.”
ÇALIŞMALAR EXPO 2019 FUARINDA YER ALDI
Fuarda Köroğlu çiçeklerini de sergiledikleri stantla, sergiyi gezmeye gelen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Botanik Bölüm Başkanının ilgisini çektiklerini ve kendilerinden iki endemik bitkinin iğne oyası çalışmasını istediğini kaydediyor sanatçı. Bu talebin sanat kariyerinde önemli dönüm noktalarından biri olduğuna dikkat çeken Serbes, “Bölüm başkanı hocamız biri kendisinin diğeri de hocasının uzmanlık alanı olan iki endemik bitki türünü çalışmamızı istedi. Biz de çalıştık. Orijinaline uygun olduğu için hocası tarafından da sevilmiş. EXPO 2019 Fuarının konusu da endemik bitkilerdi o yıl. EXPO heyeti hocalar aracılığıyla bana ulaştı ve o yıl nesli tükenmekte olan 17 endemik bitki türünü fuarda sergiledik. Ziyarete gelenler gerçek zannetmişlerdi ilk baktıklarında. Sonra o çiçekler Çin Devlet Başkanı başta olmak üzere protokol heyetine hediye edildi” diye konuşuyor.
KOKU MARKASININ ENDEMİK KÜTÜPHANESİNDE İĞNE OYASI ÇALIŞMALAR
EXPO 2019 Fuarı’nı gezen Seluz koku markası CEO’sunun firma içinde açmak istediği endemik kütüphanede kendilerinin iğne oyası çiçeklerinin de yer almasını talep ettiklerini belirten Serbes, “Kütüphane raflarına çiçeklerimizden, kullandığımız iplerden, ip büktüğümüz makinalardan örnekler koymak istediler. Biz de kabul ettik ve Seluz markasının endemik kütüphanesinde bizlerin de eserleri yer alıyor” diyor. Kendini bildiğinden beri bir şeyler başarmayı çok sevdiğinin altını çizen sanatçı şöyle devam ediyor, “Bir noktadan sonra sadece kendiniz değil ülkeniz de başarsın istiyorsunuz. EXPO’ya gittiğimiz zaman Türkiye olarak oradaydık mesela. Şahıs isimleri olarak değil. Bu çok önemli bir şey. Siz yükselirken ülkeniz de yükseliyor.”
“NE İSTİYORSANIZ HAYAL EDİN, AYNISINI YAPAYIM”
Sadece fuarlara, sergilere çalışmalar yapmıyor Züleyha Serbes. Yaptığı işe ne kadar âşık olduğunu evinin her köşesine sinen iğne oyası çalışmalardan anlayabiliyorsunuz. Televizyon yanında duran süs eşyalarından tutun da duvar saatine, tablolardan çay servisi yaptığı tepsilerine kadar hepsi iğne oyası detaylı. Sanatla hemhâl oluyorsunuz onun evinin içindeyken. Hayatının her köşesine ilmek ilmek işlediği iğne oyasıyla daha başka neler yaptığını soruyoruz sanatçıya, iğne oyalı tepsiyle ikram ettiği çayımızı yudumlarken ve evinde buram buram tüten o sanat kokusunu ciğerlerimize çekerken. “Birçok yöreye ait oldukça fazla çalışma yaptım. Ama sadece Bursa özelinde konuşacak olursam Bursa tarihi eserleriyle birlikte Bursa endemiklerini çalıştık. Müşküle üzümü gibi mesela. Hacivat-Karagöz tablosuna müşküle üzümünün oyasını yaptık. Tophane tablosuna Bursa lalesini çalıştık. Ulu Camii’yi güllerle, Emir Sultan’ı erguvanlarla birleştirdik. Aklınıza ne gelirse iğne oyasıyla yapabilirim” diye net bir yanıt veriyor ve devam ediyor, “Bu bir obje, insan figürü, eşya ya da çiçek olabilir. Ben iğne oyası ustasıyım. Ne istiyorsanız onu hayal edin, ben size onun aynısını yapayım. Bulunduğumuz odayı size iğne oyasıyla yaparım ben. Bu kadar büyük yapamam ama minimalize ederek aynısını yaparım. Elimde iğne varsa konu benim için kapanmıştır. Söz konusu iğne oyasıysa kolay kolay rakip tanımam. Dünyadaki bütün iğne oyası hocalarıyla da yarışırım.”
“İĞNE OYASINDA NAYLON İP KULLANMAM”
Müşküle üzümünü çalışırken üzüm tanelerinin içini neyle doldurduğunu da soruyoruz. “İpekle dolduruyorum” diyor sanatçı. Orijinal iğne oyasının işlenişinde yani görünen kısmında kullandıkları ipek ipi, yaptığı işin görünmeyen kısmında bile uyguladığını anlıyoruz ki, bir sanatçının işine, hatta ondan da ötesi kendisine saygısından başka bir şey değil gibi görünüyor bu durum. Üstelik birçok iğne oyası hocasının oyada bile ipek ip kullanmamasına rağmen. Konuyla ilgili verdiği mücadeleyi şöyle aktarıyor Züleyha Serbes, “İğne oyasında naylon ip kullanmam. Çünkü iğne oyasında naylon ip benim için kesinlikle kullanılmaması gereken bir şey. Orijinali ipek iple yapılmasıdır. Kursiyerlerime işi öğrenene kadar naylon iple öğretebilirim ama işi öğrendikten sonra asla kullandırmam” diyor. İpek için bu kadar mücadele etmesindeki ve naylon ip kullanmak istememesindeki nedeni merak ettiğimizde ise “Naylon ip ziyan edilebilir bir ip. Kalitesi, bizim yaptığımız işin yanına bile yaklaşamaz” ifadesini kullanarak, “Yaptığımız çiçek ya da nesnelerin kendine has bir matlığı vardır. Ancak naylon ip, işi çok parlak ve sahte gösterir. Bizim yaptığımız oyaların orijinaline yakın olmasının sebebi bu. İpek ip. Hem kaliteli hem de nesneleri en iyi yansıtan ip” diye konuşuyor.
İŞİ BİLDİĞİNİ İDDİA EDEN HOCALARA SINAV YAPILSIN
İpek ip için verdiği mücadeleye sanatçı dostlarının destek verip vermediği konusuna ise, “İğne oyasını naylon ipten kurtaralım diye mücadele ediyoruz ama sergilerde iğne oyasını naylon iple çalıştırmış hocalarla karşılaşıyorum. İğne oyasının orijinali ipek iptir. Türkiye’de bir avuç insanız iğne oyasını naylon ipten kurtarmaya çalışan. Ben iğne oyasını özüne döndürmeye çalışıyorum. Üstlendiğim misyonlardan biri de bu” diyerek açıklık getiriyor. Ehliyet ve liyakat noktasında da çok ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çekerek bir uğraş da onun için verdiklerini kaydediyor. “İnternetten öğrenip iğne oyası hocası olanlara çok kızıyorum” diyen Serbes, “Çiçeğin nasıl durması gerektiğini bilmeyen ama iğne oyasını bildiğini söyleyen hatta hocalık yaparak kurs veren arkadaşlarımız var maalesef. Kanayan yaralarımız bunlar. Bir kurul kurulsun ve ‘Ben işi biliyorum’ diyen herkesi sınava tabii tutsun. O kadar çok elenen olur ki. ‘Hocayım’ demek için yapılmamalı bir iş. Ben hoca olmayayım ama işi hakkıyla yapayım. Hak eden herkes hak ettiği yerde olmuyor maalesef. İşin hakkını vermek çok önemli. Bir işi hobi olarak yapmak başka, hoca olarak yapmak başkadır. Çıraklığını yapmadığın bir işin ustası olamazsın. Ben rölyef de, takı da, tel kırma da, filografi de yapıyorum. Ama hiçbirinin ustası değilim. El sanatlarının nakış tarafındayım ben. İğne oyasının yanında Antep işi, Maraş işi, hesap işi, tel kırma, tel sarma gibi birçok sanatı iyi bilirim. Rölyef de el sanatlarıdır ama gidip ustalarından rölyef ve filografi öğrendim” sözleriyle her işin hakkının verilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
“SANATLARI BİRLEŞTİRMEYİ ÇOK SEVİYORUM”
Tarzının iğne oyasını diğer sanat dallarıyla bütünleştirmek olduğuna işaret eden sanatçı, “Ben harmanlamayı çok seviyorum. Mesela rölyef bir çalışma üzerindeki kızın başında bir taç, elinde bir sepet vardır. Sepetin içindeki çiçekleri, başındaki tacı iğne oyasıyla yaparım. Rölyefle harmanlarım” diyor. “Ustalığımın dokunuşunu her yerde kullanıyorum” ifadesini kullanan sanatçı, “Bir kursiyerimin filografi çalışması vardı. Çalışmadaki gülleri iğne oyası yaptırmıştım. Gülleri filografiyle de yapabilirdi ama yaptırmadım. Sanatları birleştirmeyi çok seviyorum. İğne oyası benim için bambaşka bir alem” diyor.
KİŞİLİĞİ KALIPLARA SIĞMAYAN SANATÇI
Peki neydi onun için iğne oyasını diğer sanatlardan ayıran özellik? Neden iğne oyası onun için bambaşka bir alemdi ve kendisi için ne ifade ediyordu? “Zor olması, kibar olması ve çok şey ifade etmesi çekiyor beni. Kendimi çok farklı şekillerde yansıtmama vesile oluyor” diyerek yanıtlıyor sanatçı bu mevzuyu da. Yaptığı işin zarafetine hayran. Ve ona kendisini ifade edebilmesi, başarının sınırlarını zorlayabilmesi için imkanlar sunmasına. Çünkü kişiliği kalıplara sığmayan bir sanatçı o. Sadece kişiliği değil üstelik hayalleri ve hedefleri de kalıplara sığmayan, sınırları zorlayan cinsten. Bunu yaptığı eserlerde gayet net görebiliyorsunuz. “Bu aralar Bursa kestanesine uğraşıyorum” diyor tebessüm ederek. Ama dikenli, bütün olan görüntüsünü çoktan işlemiş bile. O kendisini biraz daha zorlayacak olana talip oluyor. Diyorum ya, kendi sınırlarını zorlamak onun vazgeçilmezi olmuş. O yüzden zor olana yürüyerek ve içinden kestanenin göründüğü ikiye yarılmış tüylü görüntüsünü yapmaya uğraştığını söyleyerek, “Hayalim iğne oyasıyla farklı ülkelerin endemik bitkilerini yapmak” diyor.
YORUMLAR