Hepimiz O’nu Unutmuştuk!

Hepimiz O’nu Unutmuştuk!

O yaşadığı döneme imza atmış, yetiştiği topraklara her zaman vefasını göstermiş ve ‘Ağabey’ denen bir isim.

02 Kasım 2015 - 12:32

O yaşadığı döneme imza atmış, yetiştiği topraklara her zaman vefasını göstermiş ve ‘Ağabey’ denen bir isim.

Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi’nin bu haftaki toplantısında Bu Toprağın Bilgesi Rahmi Eray konuşuldu.

Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi tarafından her hafta gerçekleştirilen sohbet programlarında vefatının 57. yılında aslen Kahramanmaraşlı olan Rahmi Eray anıldı.

Kahramanmaraş Öğretmen Evi Kıraathanesi’nde gerçekleştirilen programda Bahaettin Karakoç ve Doktor Mustafa Kök, Rahmi Eray’ı anlattı.

Toplantının açış konuşmasını yapan Şube Başkanı Kemal Yavuz şunları dile getirdi: “Bir Rahmi Eray varmış; şansız-şöhretsiz, malsız-mülksüz, evlatsız-uşaksız, mirassız-mirasçısız;  ki, bütün bunların çok önemli sayıldığı bu dünyadan taa 1958 yılının Ekim'nde göçüp gitmiş. Ama dünyalık olan bütün bu geçici varlıklar’n ondaki yokluğuna karşılık, ebediyet meş'alesi gerçek sıfatlarıyla, sözü-sohbeti, yol gösteren davranışı,  bilgece kişiliği ile hatırlarda kalmış, tek kelimeyle kalıcı olmuş birisi.  1940'lı ve 50'li yılların Anadolu'sundan ilim-irfan dermek, ülkesine-milletine hizmet etmek için İstanbul'a koşup gelen gençlerine bir örnek sîma, bir gerçek ağabey olmuş, bu toprağın bilgesi Rahmi Eray. İşte bütün bu yokluklara, hayatından bildiğimiz hastalıklara rağmen topluma nasıl yön verilebileceğini, iz bırakılabileceğini göstermiş bir insanı, kendi ilinde ilk defa anacağız.”

“PROFESÖRLER, SİYASETÇİLER, ONDAN “RAHMİ AĞABEY” DİYE BAHSEDİYORLARDI”

Türk şiirinin büyük isimlerinden Bahaettin Karakoç yaptığı konuşmada şunları ifade etti:

“İnsanların nerede, hangi şartlarda yetiştikleri çok önemlidir. Rahmi Eray, âdetâ Hz. Peygamber’i hatırlatırcasına, yetimliğin mektebinde yetişmiş bir insandır.  30 Kasım 1918’de Elbistan’da doğmuş, henüz bir yaşında babasını kaybetmiş, babaannesiyle birlikte otururlarken ortaokul çağında annesini, son sınıfında art arda hem işleri idare eden amcasını, hem de babaannesini kaybetmiş. Yine kendinden küçük, iki kardeşini daha erken yaşta kaybetmiştir. Nerdeyse tek başına kalmış. Kendisi de genç yaşında tedavisi zor, insanı yatağa bağlayan ağır bir damar hastalığına yakalanıyor. Ama buna rağmen İstanbul’da okurken o büyük dertlerine rağmen sürekli bir şeyler üretebiliyor. O sırada fikir çevrelerinden kimle karşılaştımsa hepsi de ondan saygıyla “ağabey” diye söz ediyordu. Kocaman profesörler, ünlü siyasetçiler, kendinden yaşça büyük olan insanlar bile ondan “Rahmi ağabey” diye bahsediyorlardı. Bana ondan, ilk defa hemşehrilemiz olan, Dr. Hilmi Eginöz ile dilci-edebiyatçı Tahsin Yücel söz ettiler. Rahmi Eray bilgeydi; herkese iyilik eder, herkese sabrı ve itidali tavsiye ederdi. Kendi derdiyle değil, başkalarının derdiyle ilgilenirdi. Bu vasıflarıyla onu bugünkü gençlere anlatmak belki de zordur.”

ENGEL TANIMAYAN BİR İNSAN

Doktor Mustafa Kök ise yaptığı konuşmada şunları anlattı: “Babası Elbistanlı ‘Cindurdular’ lâkaplı aileden, annesi ‘Arığlar’dan ve ayni zamanda Maraş’a yerleşen ‘Kökerler’ ailesine mensup Maraş Millî Mücadelesinin şehitlerinden Dr. Mustafa’nın baldızıdır. Bugün memleketinde, baba tarafından hiç kimsesi, malı-mülkü, hiçbir varlığı bulunmamaktadır. Eğitimi, ilkokulu Elbistan’da, ortaokulu Maraş’ta oturan teyzesinin yanında, liseyi yatılı olarak Adana Erkek lisesinde okudu. 1938’te önce Hukuk’a sonra Tıp Fakültesine kaydolup burada okumaya başladı. Daha üçüncü sınıfta iken yakalandığı ‘trombo-flebit’ adlı ağır damar hastalığına rağmen kendini geniş bir sosyal hareket ağı içerisinde buldu. Çok okuyan, müthiş hafızası ve tahlil gücüyle, sokratik bir diyalog tarzıyla insanları kendine hayran bırakan bir şahsiyet olarak temayüz etti. Bu vasıfları ve memleket alâkasıyla onun, sevenleri nezdinde üç sıfatı vardır: “Dr. Rahmi, Üstad Rahmi, Elbistanlı Rahmi Eray. Bu üçüncü sıfatını kullanarak 2000 yılında, Dr. Ezel Erverdi büyük bir çaba sarf ederek Dergâh yayınlarından bir kitap da yayımladı.”

HAYATI VE SUFİ KİŞİLİĞİ

Rahmi Eray’ın İstanbul’daki dernekçilik hayatı ve sûfi kişiliği hakkında konuşan Kök şunları söyledi: “1946’da, İkinci Dünya Harbi akabinde doğan hürriyet ortamı ve yeni çıkarılan Cemiyetler Kanunu’nun verdiği rahatlıkla Türkiye’de de birtakım Dernekler kurulmaya başlar. Bu bağlamda Rahmi Eray, 1946’da kurulan Türk Kültür Ocakları’nın kurucu heyeti içerisindedir. Orada millî, ilmî, sosyal ve kültürel meselelerde seminerler, sohbetler, konferanslar tertipliyorlardı. Meselâ, ‘Karamazof Kardeşler’deki insan tipleri ve psikolojisinden evrim teorisine, Türk tarihinden ve sosyolojisinden İslâm konferansına kadar konularda programlar icra ederken, bu hususlarda bizzat kendisi de konuşmacı olarak yer alıyordu. Doç. Dr. Nurettin Topçu onu bu dernekte keşfetmiştir. Prof. Fahri Fındıkoğlu da bu derneğin müdavim konuşmacılarındandır. Daha sonra özellikle 1951’deki Türk Milliyetçiler Derneği ve onun kapatılmasıyla yeniden oluşan 1953’teki Milliyetçiler Derneği’nin manevî kurucularından sayılmaktadır. Bu sonuncusunun tüzüğüne bizzat kendisi dikte etmiştir. O günün fikir akımlarından Hem “sağcı”, hem “solcu” sayılan gençlerden hayranları vardır.

Bir de mistik karakterine, yani sûfî mizacına temas etmek gerekir. Onun meşhur bir sözü: “Ölüm niçin geç istenir? Zira yaşamak, hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.” “Hizmet ehli olmak”, son yıllarda intisap ettiği Nakşî şeyhi Abdülaziz Bekkine’nin sık vurguladığı bir ahlâk ilkesidir. Daha sonra Nurettin Topçu, İslâm ahlâkının üç ilkesinden birisi olarak bunu saymıştır. Uzun zaman kendisiyle ayni evi paylaşmış olan zamanın “sağcı” gençlerinden Ferruh Bozbeyli’ye, somut bir olaydan hareketle söylediği şu söz, onun bilgece karakterinin tam bir yansımasıdır: “Biliyor musun paşa; insanlar bazen, dönüp gelecekleri kapıları, kendi elleriyle kapatırlar.” Reel insan tabiatını ne harika bir tasvir. Solcu sayılan gençlerden Sadık Göksu’nun anlattığına göre ise, kendisini taltif eden bir büyüğünün iltifatı hoşuna gidip de bunu Rahmi Bey’e nakledince “Sadık, ben senede bir defa kızarım, o da sana rast gelmesin!” diye uyarır. Bu da kâmil bir sûfî mizacın, kalp adamlığının yansımasıdır. Gurura kapılmanın, bunun kibre kadar uzanmasının, genç insan kişiliği için ne tuzaklar taşıdığını mistik karakteri ve bilgece öngörüsüyle bilen bir kişiliktir çünkü.”

Toplantı, KSÜ İlâhiyat Fakültesi Öğretim Görevlilerinden Hattat Arif Yücel’in, Kur’an-ı Kerîm tilâveti ve yaptığı dua ile sona erdi.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x