KSÜKAM Müdürü Prof. Dr. Naciye Kurtul yaptığı açıklama da
şu ifadelere yer verildi: “Kadına yönelik şiddet, dünyada çok yaygın olup,
önemli bir insan hakları ihlalidir. Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü
Komisyonu’nun 1993 yılında kabul ettiği “Kadına Karşı Şiddet Bildirgesi”nde
kadına yönelik şiddeti “Kadınlara fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veren
ya da verebilecek, kadınların acı çekmesine neden olabilecek, gerek kamu
gerekse özel alanda yapılan bu tip davranışlara yönelik tehditleri ve
kadınların özgürlüğünün zorla kısıtlanmasını da içine alan şiddete yönelik her
türlü cinsiyetçi davranışı içerir” şeklinde tanımlamakta ve aynı bildirgede bu
tanımın, ailede ve yakın çevrede olagelen fiziksel, cinsel ve psikolojik
şiddeti de kapsadığını, dayak, kız çocuklarına cinsel taciz, başlık parası ve
çeyize ilişkin şiddet, evlilik içi tecavüz ve kadınlara zararlı olan diğer
geleneksel uygulamaların da (sömürgeye yönelik şiddet, cinsel taciz, korkutma,
seks işçiliğine zorlama gibi) yer aldığı vurgulanmaktadır.”
“25 Kasım, kadına
yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla, BM tarafından "Kadına
Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan edilen gündür. Bu konuda trajik bir olaydan söz
edilmektedir: 25 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe
karşı mücadele eden üç kız kardeş (Mirabel Kardeşler) tecavüz edilerek
öldürülmüş, ancak bu bir trafik kazası gibi gösterilmiştir. Bunun üzerine önce,
1981 yılında Latin Amerikalı ve Karayipler’den kadın grupları tarafından, 1999 yılında da BM Genel Kurulu tarafından,
Mirabal Kardeşler'in ölüm yıl dönümü olan 25 Kasım günü "Kadına
Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan edilmiştir.
Kadına şiddet, dünyada ve ülkemizde, kentli – köylü;
eğitimli – eğitimsiz; zengin– yoksul; genç–yaşlı; ev kadını – çalışan kadın
farkı olmaksızın kadınların büyük çoğunluğunun yaşadıkları ortak sorun olup;
toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapı içerisinde
kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan
kaynaklanmakta; kadınların toplum içindeki yasal, sosyal, politik ve ekonomik
haklarından gerektiği gibi yararlanmasını engellemektedir. Kadına yönelik
şiddet, ister kamusal alanda ister özel yaşamda meydana gelsin, kadının
fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik açıdan zarar görmesine, acı çekmesine,
onurunun zedelenmesine, özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın
sürmesine yol açmaktadır.
Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde, sokakta,
okulda, savaşlarda ve gözaltı durumlarında rastlanmaktadır. Hatta kadınlar, en
iyi korundukları yer diye düşünülen “aile içinde” kendi evinde sevgi, saygı
beklediği insanlar tarafından yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadır.
Kadına şiddetle mücadele konusunda yasalar, yaptırımlar
elbette son derece önemli olup, yeterli değildir. Davranışların yasalarla
değiştirilmesi zor olup, “beyinlerin, fikirlerin değişmesi, zihinsel dönüşümün
gerçekleşmesi önem arz etmektedir. Kadının ve erkeğin insan haklarının
korunduğu bir sistemin kurulması, şiddete
yönelik toplumsal ve bireysel duyarlılığın geliştirilmesi, farkındalığın
artırılması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumda ahlaki
ve manevi değerlerin yaşatılması ve yüceltilmesi, kadına yönelik şiddet konusunda farkındalığı
artırmak ve toplumsal bilinci geliştirmek amacıyla eğitim çalışmaları, şiddete
yönelik toplumsal ve bireysel duyarlılığın geliştirilmesi, kadının güçlendirilmesi ve toplumdaki
statülerinin yükseltilmesine yönelik çalışmaların yapılması ve kadın güvenliğinin sağlanması son
derece önemlidir.
Kadına yönelik şiddetin olumsuz sonuçları yalnızca
şiddeti doğrudan yaşayan kadınlarda değil, aynı zamanda bütün toplumda
görülmektedir. Bu bağlamda kadınların olduğu kadar erkeklerin, kısacası
toplumun meselesi olan bu konuda toplumsal duyarlılık önem arz etmektedir.
Kadına yapılan şiddetin topluma ve insanlığa yapıldığının farkında olunması
gerekmektedir. Önlenemediği takdirde yaygın bir davranış şekli olarak kuşaklara
taşındığı ve küresel bir sorun olan şiddetin bütün dünyada tırmanmasında da
önemli bir faktör olduğu unutulmamalıdır.
Savaş, mültecilik, yoksulluk kadına yönelik şiddeti
artıran faktörler olup, söz konusu durumlarda kadına şiddetle birlikte çocuk
şiddetinin de vahim boyutlara ulaştığı görülmektedir. Ne yazık ki toplumumuzda
son zamanlarda sıkça duyulan bebek ve çocuklara yönelik taciz ve istismarlar da
toplumun kanayan yaralarından biridir. Kadına yönelik fiziksel, cinsel,
psikolojik ya da ekonomik, şiddetin asla
kabul edilemeyeceğini vurgulayarak, toplumun bütün kesimlerine yerli ya da
mülteci olsun çocuklar, genç kızlar ve her yaştaki kadınlarımıza yönelik şiddet
konusunda son derece duyarlı olunması gerektiği çağrısında bulunmak
istiyorum. Kadınların insani
haklarından gerektiği gibi yararlanması ve bütün dünyada barış, huzur ve
mutluluk için kadına yönelik şiddetin son bulmasını diliyorum.”



YORUMLAR