Zeki Demir, kaleme aldığı yazısında;
Su, insanın en temel ihtiyacıdır. Nefes almak kadar doğal, yaşamak kadar vazgeçilmezdir. Hele ki bir şehir, tarihinin en büyük felaketini yaşamış, enkazın tozu dumanı arasında yeniden ayağa kalkmaya çalışıyorsa… Düşünün, depremden çıkmış bir şehir. Yıkımın ve kaybın en ağır izlerini taşıyan bir halk. İşte tam da böyle bir dönemde suyun önemi, sadece bir ihtiyaç olmaktan çıkar; umut, dayanma gücü ve yeniden hayata tutunmanın simgesi haline gelir.
Oysa deprem öncesinde bile kayıp-kaçak oranı yüzde 50’leri aşmıştı. Depremden sonra bu oran yüzde 75’lere tırmandı. Yani şehrin damarlarına can taşıyan suyun neredeyse dörtte üçü kayboldu. Buna rağmen insanlar, dişlerini sıkarak, sabırla ve iyi niyetle bekledi. Çünkü biliyorlardı ki yaşadıkları felaketin ardından sorunlar katlanacaktı.
Ama sabrın da bir sınırı vardır. Çünkü bu şehir, tarihin en yüksek sıcaklıklarının yaşandığı günlerde, tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda susuz bırakıldı. Su, bir var bir yok; “zırt pırt” kesildi. Günlerce, haftalarca musluklardan tek damla akmadı. İnsanlar bir damla suya hasret kalırken, yetkililerin yaptığı şey vatandaşa çözüm sunmak değil, tam tersine veremedikleri suyun cezasını vatandaşa kesmek oldu.
İşte burada mesele sadece teknik bir problem olmaktan çıkıyor. Bu, artık insanların en temel hakkının gaspı, felaketin yaralarını sarmaya çalışan bir halka yapılabilecek en büyük haksızlık haline geliyor. Çünkü suyu kesmek, susuz bırakmak sadece bir hizmet eksikliği değildir; bir şehrin onuruna, insanın yaşam hakkına dokunan ağır bir vebaldir.




YORUMLAR