“Bülbül güle gül dedi, gül gülmedi gitti
Bülbül güle, gül bülbüle yâr olmadı gitti”
Böyle anlatıyor şair gül ile bülbülün imkânsız ve ölümsüz aşkını. Ölümsüz diyorum zira insanlık tarihinden bu yana yaşayan aşk denilen o tılsımlı duygu, insanlık yok olana kadar devam edecek. Çünkü kâinatın yaratılış gayesidir aşk. Yaratılış hamurumuzda var bu. İnkâr etmek faydasız. Ve dünyadaki her şey ölümlü iken, abı hayat içmişçesine ölümsüzlüğe bürünmüş olan aşkın en güzel sembolleridir gül ile bülbül. Şairler en güzel dizelerini onlara yazar, sevgililer en güzel nağmelerini onların diliyle söyler, anlatır.
Sevgiliyi en güzel simgeleyen, en nadide nesnedir gül, maşuktur; bülbül ise onun için yanıp tutuşan bir âşıktır. Dolayısıyla aşkın en anlamlı boyutlarından biri olan “sevgili” Peygamber (sav) için “Güllerin Efendisi” denmesi, hatta bizzat gül ile simgelenmesi âşıklar için oldukça mânidar bir gerekçe. Ve şairler için böyle derin bir sevdayı mısralarla, dizelerle dile getirmek ve o mısraları güllere bezemek en naif yoldur. Zaten “şair yüreği” taşıyan bir insanın mısralardan başka bir yolu da yoktur zaten. Tek istikamettir. İşte o istikamette yürüyenlerden biri olan ve şiirlerinde Bahtî mahlasını kullanan Sultan I. Ahmed de peygamber aşkını şu meşhur dörtlüğüyle dile getirir:
YORUMLAR