Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi tarafından her hafta düzenlenen Kıraathane sohbetlerinin bu haftaki konusu ‘Erol Güngör'de millî tarih perspektifi ve bugüne bakış’ oldu. Konuyu detaylarıyla ele alan Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Kök; “Bilindiği gibi Erol Güngör, yazdığı yazılar ve ortaya koyduğu eserler içerisinde milliyetçilik idealini en çok öne çıkaran düşünürlerimizden birisidir. Ve zannediyoruz ki, onda milliyetçilik anlayışı – birkaç yerde aksini kullanmış olsa da – bir “ideoloji”den ziyade “ideal” planda ele alınmaktadır. Çünkü ona göre milliyetçilik, bir doktrin (ve bizce onun siyasî hüviyet kazanmış şekli anlamında bir ideoloji) içerisine sığmayacak kadar geniş bir perspektife sahiptir.” Dedi.
Şube Başkanı Kemal Yavuz’un konuşmasının ardından ünlü yazar Erol Güngör’ün bilinmeyen yönlerini anlatan Kök şöyle konuştu; “Erol Güngör’ün birçok önemli vasfından söz etmek mümkünse de bizce en önde gelen düşünce karakteri, iki olguya verdiği değer olsa gerek: Türklük ve İslâmlık. Ama bu iki olguya da ideolojik mecrada yaklaşmadığını; onları yalın, tabii, daha da doğrusu milletimizin âdeta “verili” değerleri olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Ondan anladığımıza göre hem Türklük, hem de İslâmlık bu milletin ideolojik olmaktan çok kültürel, ama vazgeçilmez derecede iç-içe geçmiş değerleridir. Hangisi daha önde ya da önemli diye sorsaydınız, birini ötekine tercih edemez ve büyük ihtimalle - bir zamanlar rahmetli Prof. Osman Turan’ın verdiği örnek cevaba benzer anlamda – “Türklük zat, İslâmlık sıfattır; fakat sıfat öyle bir hâl almış ki, o olmadığı zaman zat da kalmıyor.” (İsmail Kara, Sözü Dilde, Hayali Gözde, 2005, s. 60) derdi. Böyle bir anlam ihtimalini nerden çıkarıyoruz? Bir akademisyenin elinden çıkan, ama en arı-duru popüler üslupla ortaya konmuş - bu konulara dair - altı eserinin dördü Türklük, ikisi İslâmlık ekseninde: 1- Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 2- Kültür Değişmeleri ve Milliyetçilik, 3- Dünden Bugünden Tarih Kültür ve Milliyetçilik, 4- Tarihte Türkler; 5- İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, 6- İslâm Tasavvufunun Meseleleri. Ve bu altı eser okununca, size öylesine bir vazgeçilmezlik izlenimi verir ki, Türklük ile İslâmlık bu milletin – eski deyişle – mütemmim cüz’ü/tamamlayıcı parçası niteliğindedir. Birisini ihmal ederseniz, bu milleti ayakta tutamazsınız.
Halkın gözünde İslâmlıktan önceki ve sonraki Türkler diye iki ayrı tarihî zümre yoktur. Ebulgazi Bahadır Han’ın Türk Şeceresi kitabında anlatıldığı gibi, Türkler ayni zamanda peygamber olan Oğuz Kağan vasıtasıyla hak dine girmişler, fakat bir müddet atalarının heykellerini yapmak âdetiyle sapmışken, Satuk Buğra Han zamanında yeniden dine dönmüşlerdir. Bu inançla halk, mazi ile hâl arasında kesiksiz bir devamlılık görür. Bazen kahramanlık, bazen bilgelik, bazen dinî ve duygusal yücelik ifade eden destan ve efsaneleri, zihnine yerleşmiş maceraları dinlemekten hoşlanır. Aydınların bitkin ve çökkün ruh haline karşılık halk canlı ve gelecekten ümitlidir. “Halkımıza göre milletimizin başlangıcı dünyanın başlangıcı, sonu da dünyanın sonu, yani kıyamettir. Hatta dinî inanca göre, geçmişimiz dünyadan da önceye, geleceğimiz ise ebediyete gitmektedir.”
Erol Güngör, bunun yanında ezelî zaman perspektifi konusunda Türklerin, sadece Müslüman Türklere mahsus değil, İslâmlıktan önceki atalarımızın da kendilerinin ilâhî bir kaynaktan geldiklerine, dünya durdukça mevcut ve hâkim olacaklarına inandıklarını; İslâmî zaman anlayışının da bu eski dinin inanışıyla kolayca kaynaşmış olduğu bilgisini aktarıyor. Ek olarak, Osmanlı Türklerindeki “devlet-i ebed müddet” anlayışıyla Dede Korkut’taki, saltanatın Kayı boyunda kalacağı ve kıyamete kadar süreceği inancına dair örnekleri hatırlatıyor. Geçmişten geleceğe uzanan müstesna tarih perspektifini ise şu cümleyle bitiriyor: “Böyle bir geçmişin bize açtığı ufuk, elbette ki sonsuz olacak ve geleceğimize de bu gözle bakacağız.” (Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, 1993, s. 27-29.)
Erol Güngör kısa ömründe, akademik kimliğiyle birlikte çeyrek asırlık yazı hayatına sahip bir düşünür olarak bütün kültür ve medeniyet meselelerine tarih şuurunu aşar nitelikte bir tarih perspektifinden bakar. Yani, yer yer farklılaşarak gelen kültür unsurlarının gelecek boyutunu da hesaba katar. Meselâ, önce 17. y.y’da Osmanlı ülkesini baştan başa dolaşan Evliyâ Çelebi’nin tanıklığına başvurarak o günün kültüründeki mahiyet birliğine örnek verir: Türkler, halkı ve aydını ile mütecanis, ahenkli ve son derece yaygın bir kültür meydana getirmişlerdir. Bu kültürün temel değerleri hem halk, hem de yönetici ve aydın üst tabaka tarafından paylaşılmaktadır. Meselâ, “herkes aynı Tanrı’ya kulluk eder, aynı Peygamber’in yolundan gider, aynı devlete hizmet eder, aynı dili konuşur, aynı hayat felsefesine, aynı ideallere sahiptir, dostları ve düşmanları aynıdır.” Ona göre, bizim geçmiş klasik medeniyet dönemimizde halkın inanç ve değer basamaklarıyla aydının inanç ve değer basamakları mahiyet bakımından aynı, sadece derece bakımından farklıyken, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’ten bugüne bu farklılaşma giderek bir mahiyet farklılaşmasına dönüşmüştür. (Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 1978, s. 87 vd.) Düşünürümüz, buradaki mahiyet ve derece farkının ne demek olduğunu anlatmak için de şoför-makine mühendisi ikilisiyle materyalist filozof-mistik derviş ikilisini karşılaştırır: Bir şoförle bir makine mühendisinin motor karşısındaki tavrı arasında derece farkı varken, buna karşılık materyalist bir filozof ile bir mistik dervişin dünya görüşleri arasında mahiyet farkı vardır, der. Erol Güngör’den hareketle diyebiliriz ki, bu sohbete konu olan gerek millî tarih şuuru bakımından, yani bağlanılan değerler, kullanılan dil ve yaşanan hayat felsefesi bakımından; gerekse millî tarih perspektifi, yani geleceğe dair güven ve yaşama ümidi bakımından Osmanlı aydını ile halk arasında mahiyet değil, derece farkından bahsedilebilir. Yani birisindeki bağlılık şuuru köklü bir eğitime dayalı olarak daha zengin bir muhtevaya sahipken, diğerininki yaygın bir eğitimin eseri olmakla daha sadedir. Yukarıda da zikredildiği gibi, özellikle tarih perspektifi itibariyle, yani değerlerin devamlılığı/bekası bakımından, her iki kesimin de devletine-milletine güveni tamdır, “ebed-müddet” yaşama azimleri vardır.”



YORUMLAR