Şairlik İnsana İstanbul'u Fethettirir
Reklam
Narin Demirci

Narin Demirci

Şairlik İnsana İstanbul'u Fethettirir

16 Haziran 2025 - 23:40 - Güncelleme: 22 Haziran 2025 - 02:13

“Bülbül güle gül dedi, gül gülmedi gitti
Bülbül güle, gül bülbüle yâr olmadı gitti”

Böyle anlatıyor şair gül ile bülbülün imkânsız ve ölümsüz aşkını. Ölümsüz diyorum zira insanlık tarihinden bu yana yaşayan aşk denilen o tılsımlı duygu, insanlık yok olana kadar devam edecek. Çünkü kâinatın yaratılış gayesidir aşk. Yaratılış hamurumuzda var bu. İnkâr etmek faydasız. Ve dünyadaki her şey ölümlü iken, abı hayat içmişçesine ölümsüzlüğe bürünmüş olan aşkın en güzel sembolleridir gül ile bülbül. Şairler en güzel dizelerini onlara yazar, sevgililer en güzel nağmelerini onların diliyle söyler, anlatır.

Sevgiliyi en güzel simgeleyen, en nadide nesnedir gül, maşuktur; bülbül ise onun için yanıp tutuşan bir âşıktır. Dolayısıyla aşkın en anlamlı boyutlarından biri olan “sevgili” Peygamber (sav) için “Güllerin Efendisi” denmesi, hatta bizzat gül ile simgelenmesi âşıklar için oldukça mânidar bir gerekçe. Ve şairler için böyle derin bir sevdayı mısralarla, dizelerle dile getirmek ve o mısraları güllere bezemek en naif yoldur. Zaten “şair yüreği” taşıyan bir insanın mısralardan başka bir yolu da yoktur zaten. Tek istikamettir. İşte o istikamette yürüyenlerden biri olan ve şiirlerinde Bahtî mahlasını kullanan Sultan I. Ahmed de peygamber aşkını şu meşhur dörtlüğüyle dile getirir:

“N’ola tacım gibi başımda götürsem daim
Kadem-i pakini ol Hazret-i Şâh-ı Resul’ün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtî’ya durma yüzün sür kademine o gülün”

(Ne olurdu o resuller sultanının temiz ayağını tacım gibi daima başımda taşısaydım. Peygamberlik gül bahçesinin gülü, o ayağın sahibidir. Ey Bahtî, durma, o gülün ayağına yüzünü sür.)

Özdemir Asaf der ki, “Her insanın bir öyküsü vardır ama her insanın bir şiiri yoktur.” Şair ne kadar doğru söylüyor. Ancak Sultan I. Ahmed’in bu dörtlüğü insana “Her hikâye bir şiire dönüşmeyebilir ama her şiirin bir hikayesi mutlaka vardır” diye de düşündürüyor. Çünkü bu dörtlüğün de özel bir hikâyesi var ve bunu Evliya Çelebi şöyle anlatır:

“I. Ahmed Mısır’da Kayıtbay türbesinde muhafaza edilen Nakş-ı Kadem’i yani Hazreti Peygamber’in bir taş üzerindeki ayak izini İstanbul’a getirterek, Eyüp Camii’ne koydurur. Nakş-ı Kadem daha sonra inşası tamamlanan Sultanahmet Camii’ne nakledilir. I. Ahmed nakil işleminin tamamlandığı günün gecesi rüyasında kendini bütün padişahların toplandığı yüce bir divanda bulur. Kadı mevkiinde Hazreti Peygamber oturmaktadır. Kayıtbay, Kadem-i Şerif’i türbesinden alıp kendi camiine nakleden Sultan Ahmed’den davacıdır. Hazreti peygamber tarafları dinledikten sonra Kadem-i Şerif’in alındığı yere iade edilmesi hükmünü verir. Ertesi gün aralarında Aziz Mahmut Hüdai’nin de bulunduğu bir ulemâ ve meşâyih grubu rüyayı emanetin derhal eski yerine gönderilmesi gerektiği şeklinde yorumlarlar. Hünkâr Nakş-ı Kadem’i geri gönderir fakat üzüntüsünü gidermek için Kadem-i Saadet-i Peygamberî şeklinde bir sorguç yaptırarak önemli günlerde hilafet sarığına takmaya başlar. Ayrıca bir tahta üzerine resmedilen Kadem-i Şerif’in kenarlarına da söz konusu dörtlüğü kendi eliyle yazarak şeyhi Aziz Mahmud Hüdaî’ye gönderir.”

İşte dörtlüğün yazılmasına neden olan hikâye budur.

Bahsetmek istediğim bir diğer şair padişah ise hem siyasi dehâsına hem de aşkına, sevdasına, şair duruşuna hayranlıktan öte duygular beslediğim ve Avni mahlasıyla Peygamber efendimize (sav) dizeler döken Fatih Sultan Mehmet’ten başkası değil. Bilinen hikâyedir Fatih’in İstanbul’u fethetme isteği ve başarısının ardındaki özel sebebin; Efendimizin (sav) “İstanbul bir gün elbet fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onun askeri de ne güzel askerdir” hadisi şerifine mazhar olmak isteyişi… “Şiirle devrim mümkün” diyordu bir röportajımızda Ataol Behramoğlu. Ne kadar da haklı. Fatih’in çağ açıp çağ kapatan bu İstanbul’u fethetme başarısı en güzel devrim değil mi? Tabuları devirmek… “Yapılamaz” zannedilen algıları devirmek… Ve Ayasofya’da namaz kılarak, “Hakk” karşısında “batıl”ı devirmek… Ne diyor bütün bu başarılara muvaffak olan şair Avni, Peygamber Efendimize (sav) yazdığı dizelerinde:

“Sen kokmayan gülü neyleyim
Neyleyim sensiz baharı
Sen doğmayan günü neyleyim
Neyleyim sensiz ben dünyayı
Senin tenine değmeden gelen
Yağmuru istemem, meltemi istemem
Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem
Bülbüller söyleyecekse seni söylesin
Senden okumayan bülbül olsa dinlemem
Ben Sultan Fatih’im önündeyim İstanbul’un
Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen
Sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem”

İşte sevgilisine, güllerin efendisine olan bu aşkı, sevdası onun İstanbul gibi alınması güç bir şehri almasına, hatta yine algıları alt üst ederek, suya sevdalı gemileri karadan yürüterek fethi gerçekleştirmesine sebep olmadı mı? Peki neydi ona bütün bu imkânsız gibi görünen şeyleri imkânlı hale getiren şey?.. O tılsım neydi?..

Şiiri sadece yer yer romantik, yer yer melankolik bir kelime uğraşı olarak görmek ne acı. Çünkü şairlik bir yazım olayından çok daha ötededir. Bir yürek işidir. Bir yürek eylemidir. Şair yürekli olmak duyguları çok derinlerde yaşamak, iliklerine, kemiklerine kadar hissetmektir. Bu yüzden o derin hislerin verdiği coşku ve şevkle insana yapılamaz zannedilen her şeyi yaptırabilen, gücü yetebilen bir iksirdir. Ve sırf sevgilinin arzusu diye, “Ya ben İstanbul’u alacağım ya İstanbul beni” diyecek kadar o yola baş koymaktır.

Çünkü şair yürekli olmak insanı serden geçirir…  

İstanbul’u fethettirir…

Tıpkı Cemal Safi’nin “Tek Hece Aşk” şiirinin bütün hecelerinde haykırdığı gibi:

“Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim
Kalmasa da şöhretimi duymayan
Kimliğimi tarif etmek zor benim

Bülbül benim lisanımla ötüştü
Bir gül için can evinden tutuştu
Yüreğine Toroslar’dan çığ düştü
Yangınımı söndürmedi kar benim

Niceler sultandı, kraldı, şahtı
Benimle değişti talihi, bahtı
Yerle bir eyledim taç ile tahtı
Akıl almaz hünerlerim var benim

Sebep bazı Leyla bazı Şirin'di
Hatrım için yüce dağlar delindi
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim

Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Enbiyanın yüzündeki nur benim

Kimsesizim hısmım da yok hasmım da
Görünmezim cismimde yok resmim de
Dil üzmezim tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim
Benim adım aşk”

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar