TRT, Müziği Önemseme Misyonundan Vaz mı Geçiyor?
Reklam
Narin Demirci

Narin Demirci

TRT, Müziği Önemseme Misyonundan Vaz mı Geçiyor?

07 Aralık 2025 - 23:17 - Güncelleme: 07 Aralık 2025 - 23:33

“Nedir bu çektiğim senden
Gönül derdin hiç bitmiyor
Yediğin darbelere bak
Bu da mı sana yetmiyor gönül

Her çiçekten bal alırsın
Her gördüğünle kalırsın
Sen kendini ne sanırsın
Belki bir gün uslanırsın gönül

Dünya sana kalır sanma
Geleceği dünden sorma
Her gün gördüğün rüyayı
Aldanıp da hayra yorma gönül

Uslan artık deli gönül
Bak gelip geçiyor ömür
Uslan artık deli, divane gönül”

Satırları okurken kulağınızda Zerrin Özer’in sesinin çınladığını hissediyor gibiyim. Biliyor musunuz bu güzelim şarkı bir zamanlar TRT’de yasaklı idi? Sözü ve müziği Orhan Gencebay’a ait olan bu şarkı ilk kez 70’li yıllarda Zerrin Özer’in yeniden yorumlamasıyla birlikte yer almıştı TRT ekranlarında. Ve şarkıyla birlikte ülkemizin en kıymetli sanatçılarından biri olan Orhan Gencebay’ın ismi de ilk defa TRT ekranlarında görünür olmuştu. İsminin bile görünmesi o yılların TRT’si için devrim gibi bir şeydi. Yasaklı sanatçılardı çünkü onlar. Çünkü onlar ‘arabeskçi’ydi. Ve o dönemin mantığına göre halkı karamsarlığa iten müzikler yapıyordu bu arabeskçi yaftası yapıştırılan sanatçılar. Ne kadar büyük bir bağlama virtüözü olduğunun, bağlamanın tellerini nasıl titrettiğinin hiçbir önemi yoktu Türkiye’nin tek televizyonu TRT’ye göre. Onlar arabeskçiydi ve TRT ekranlarında yerleri yoktu. Peki o dönemde bu güzelim şarkılar birtakım gerekçelerle TRT denetiminin kıyımına uğrarken şimdilerde TRT’de yayınlanan bir dizide ekranlarda yer alan ve duyunca kulaklarıma inanamadığım bir şarkının sözlerini paylaşayım sizlerle…

“Benim herif pirzola biftek, kaymaklı ekmek
Güllaç, revani, barbunya pilaki, ye ye ye doyamazsın
Benim kocam kıymalı börek, portakallı çizkek
Çikolata pankek, ye ye ye doyamazsın

Benim herif Türk kahvesi gibi her yerde hatırı sevilir sayılır
Benim kocam tam bir agadır, gözü çok karadır, herkes bayılır”

Aslında yazımı burada noktalayabilirim elbette. Bu iki şarkı arasındaki uçurum, benim söyleyeceklerimden çok daha fazlasını anlatıyor sizlere ama devam etmek istiyorum. Zira TRT’nin dönüşümü üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Dönüşüm derken de olumsuz bir durumdan söz etmiyorum aslına bakarsanız. Aksine olması gereken, önemli bir değişimden dönüşümden söz ediyorum. Ancak kantarın topuzu da kaçıyorsa yazmamak, söylememek, konuşmamak olmuyor haliyle…

Neden yukarıda bahsettiğim “Benim herif” şarkısının (!) karşısına Orhan Gencebay eserini koyduğumu da belirtmiş olayım böylelikle. Çünkü arabesk şarkı furyasının ve şarkıcıların TRT’de yasaklı olduğu dönemin merkezindeki isimdi Orhan Gencebay. Dönemin Türkiye’sinin sosyolojik geçiş süreci, müzik ve dolayısıyla Orhan Gencebay üzerinden inşa ediliyordu kültürel açıdan. Üzerine birkaç kelam etmek istiyorum ben de.     

Öncelikle yazının girişinde de bahsetmiş olduğum Zerrin Özer’in yeniden yorumlayarak sözü ve müziği Orhan Gencebay’a ait olan “Gönül” şarkısını TRT ekranlarına ilk kez taşıması hususundan söz edeyim Özer’in kendi ifadeleriyle. Aslında o yıllar için “Olağanüstü operacı olmak istiyorum. Tek istediğim o” diyen ve yurt dışına açılmak isteyen bir sanatçıdır Zerrin Özer. Ama hayat bambaşka bir yol çizer ona. Bir gün Çiğdem Talu, Melih Kibar ve Esin Engin tarafından “Gönül” şarkısını seslendirmesi istense de kendisinden, o karşı çıkar bu duruma. “Katiyen arabesk falan dinlemiyorum. Ben pop, caz söylüyorum. Katiyen ben okumam dedim” diyor. Bakıyorlar ki olacak gibi değil bunun üzerine Talu, Kibar ve Engin “Bizim için söyle, biz dinleyelim bari” diyorlar. O süreci şöyle anlatıyor Zerrin Özer, “Tabii ki şarkıyı Gönüüüül gırtlak nağmesi var ya, ben ortayı dümdüz okudum. Çok Batı normlarında okudum. Sonra bitti. Ben bir bakarım ki onu çıkardılar. Ben onu okumasam ne köşeyi dönerdim ne bir şey olurdu…  Böyle de bitmedi tabii. Bu şarkı çıktıktan sonra sayın İzzet Öz ilk televizyonda beni verdi böyle Gönül’ü söylüyorum. Çünkü ‘Denetim’ (TRT’nin denetleme kurulu) demiş ki bu bir arabesk. Ve arabeskten nasıl nefret ediyor TRT o zaman anlatamam. Ya bu arabesk fakat bu kızın hakkını nasıl yiyelim demişler. Bütün o melodisi çok alaturka ve Arap ezgileri gibi olan yerde o kadar Batı normlarında okumuş ki ve aranje de o kadar Batı olmuş ki bunu geçirmek zorundayız demişler. Ve ben bunu televizyonda, TRT’de söylerken gözleri dolu dolu beni aradı (Orhan Gencebay) dedi ki, ‘Zerrin ilk defa ismimi görüyorum TRT’de.’ Canım Orhan abicim… Denetim olduğu zaman diyelim ki 12 şarkı var Long Play’de, 6 tanesi, 5 tanesi geçse birbirimize partiler yapardık. O kadar kıymetliydi denetim. Şimdi ne hallere geldi tabii o ayrı konu. O da çok berbat, bu da çok berbat iki uç.”     

Evet Orhan Gencebay ve diğer arabesk müzik sanatçıları yasaklıydı TRT’de o yıllarda. Sebep neydi? Birçok sebep vardı aslına bakarsanız dönemin kurumsal yapısına göre. Bunlardan bir tanesi de arabesk müziğine Arap müziği olarak bakılmasıydı. Ancak bunu birçok müzik araştırmacısı ve icracısının ortaya koyduğu bilgiye dayanarak söylüyorum ki, Gencebay’ın müzik tarzı bir Arap müziği değildi. “Müzik Sosyolojisi”, “Musiki İnkılabının Sosyolojisi” ve “Müziği Boğan Gürültü” gibi çok sayıda bilimsel kitaplara imza atan Güneş Ayas da “bir Arap müziği olarak damgalanan Arabesk müziğin” icracılarının kullandıkları birinci çalgı olan bağlamanın Arap dünyasında çalınmadığını kaydeder. Ancak buna rağmen Orhan Gencebay’ın, Arap dünyasında yer almayan bağlamanın virtüözü olduğunun, Müslüm Gürses’in bağlama çalıp halk müziği icra ederek müziğe adım attığının, Ferdi Tayfur’un bestelerini bağlamayla yaptığının altını çizer ve “neredeyse hepsinin kökeninde bir Türk halk müziği geçmişi vardır” der. Bununla birlikte arabesk orkestralarında yer alan saz icracılarının çoğunun Türk halk müziği ya da Türk sanat müziği sanatçıları olduklarını vurgular. Dolayısıyla Orhan Gencebay’ın icra ettiği müzik yapısının en önemli özelliği; Türk sanat müziği ve Türk halk müziğinin (Türk müziği), bunların yanı sıra da Batı müziğinin izlerini taşıyan melez bir yapıya sahip olmasıdır.

Orhan Gencebay’a göre bu yaftayı yemelerinin nedeni, müzikte farklılığa imza atmış olmaları ve tarzda değişikliğe gitmeleri. “…zengin bir icraydı. O zamana dek duyulmuş bir tarz değildi. Onun için de büyük ilgi gördü” diyor ve şöyle devam ediyor Gencebay, “İşte arabesk denen türün zengin oluşu o zamana kadar devam eden geleneksel yapının dışına çıkan bir icra olma dolayısıylaydı. Halkın istediği o zengin duyumdu. Halk değişiklik istiyordu… Suat Sayın’ın şöhret olduğu yıllarda Deryada Bir Salım Yok çıkınca, Sayın’ın şarkısını Arap’tan aldığını ortaya koydukları için, benim yaptığım çalışma da bir yerde zengin bir çalışma olduğu için aynı damgayı ben de yedim.”

Yine Orhan Gencebay’la müzik bilimi açısından oldukça kapsamlı bir çalışma gerçekleştirilmiş olan Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski kitabını kaleme alan Meral Özbek de kitabında “Arap müziği adı verilen Orhan Gencebay arabeski de Arap müziği değildir” ifadelerine yer veriyor. Dolayısıyla özelde Orhan Gencebay üzerinden belirlenmiş olan ve arabesk olarak adlandırılan bu müzik tarzı, özünde Türk müziğinin kurallarını kapsar. Ancak Orhan Gencebay müziği 1968-70 yıllarında bir de “gecekondu” ve “minibüs” müziği olarak damgalanır. Bunun nedeni ise yüzünü modernleşmeye dönmüş ve farklı yöresel geleneklere sahip insanların bu müzik tarzını sahiplenmesidir.

Fakat halk tarafından kabul gören ve kucaklanan arabesk müzik tarzına, TRT beklenen şefkati göstermez ve kapılarını, ekranlarını kapatır hem şarkılara hem de şarkıcılara. 1970’li yılların başında bir müzik icra alanı olarak TRT kurumu yayınlanacak tüm müziklerin kuruldan onay alması zorunluluğunu getirerek “Müzik Denetleme Kurulu”nu hayata geçirir. Kurulun kriterlerine uymayan hiçbir müzik eseri yayınlanmaz, ki bu durum özellikle popüler müzik için geçerlidir. TRT’nin Anadolu Pop’a olan tavırlı yaklaşımının nedeni halk müziğinin yozlaştırılma endişesidir. Ancak TRT’nin denetiminden geçmeyen bu müzik türüne gazinolar, gecekondu semtleri ve kenar mahalleler kapılarını açmıştır.

O dönem TRT, resmi yayın politikasına göre arabesk müzik yayınlarına yer vermediği için Orhan Gencebay, TRT’nin bu tutumunu 15 Mart 2021 tarihinde yayınlanmış olan mülakatında “Kalıplaşmış fikirler müziğimizde gelişmeyi engelledi. İşte ben buna isyan ettim” sözleriyle değerlendirir ve Türk müziğini bozduğu gerekçesiyle idamının dahi istendiğini belirtir. Duyduğunuzda tüyleriniz diken diken oluyor değil mi? Her dönemde hırsızlık, arsızlık, yolsuzluk kol gezerken bir müzik adamının idamını istemek… Bilemiyorum ne desem? Ama Orhan Gencebay diyor ki, “Ortaya koyduğum özgün çalışmalarımdan dolayı müzik dünyasında beni dışlayanlar da oldu. Hatta 1973 yılında bir panelde ‘Türk müziğini bozuyorsun’ diye idamımı bile isteyenler oldu. Ben de ‘Müziğimizi ben değil, bozsa bozsa Batı müziği bozmuştur, asıl sizin bu geri kalmış fikirlerinizin idam edilmesi gerekir’ dedim. Çok haksız bir suçlamaydı.”

Biraz önce de bahsettiğimiz üzere piyasa, gazinolar ve yayıncılık görevi olan Polis Radyosu, yayınlarında arabesk müziğe yer verirler. Gülay Karşıcı, 10-11 Ekim 1980 tarihinde yapılan 1. Hafif Türk Müziği Özel Danışma Kurulu Toplantısı’nın amacına ve kurumun müzik politikasına dair şunları aktarır: “Toplantının açılış konuşmasında yer alan şu tümce kurumun müzik yayınlarındaki genel politikası açısından belirleyicidir: “Müzik, TRT’nin en önem verdiği bir yayın türüdür. Hatta TRT uzun yıllar müzik yayınlarının ötesinde müziğe bir yön verme, önderlik etme görevini de üstlenmiş bulunmaktadır.”

Burada “Müzik, TRT’nin en önem verdiği yayın türüdür” ifadesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Müziğe önderlik etme iddiası şahane bir şey gerçekten. Sadece müzik de değil üstelik. Bir misyon edinmek ve kendine vazife çıkarmak elbette bir devlet televizyonuna yakışır ve olması gereken de bir şeydir aynı zamanda. Ancak sayın Gencebay’ın eserlerinin kalitesi ortada iken ve bir zamanlar yasaklanırken, aynı kurum acaba yıllar sonra bu misyonundan vaz mı geçti? Şimdi müziği önem verdiği bir yayın türü olarak görmüyor ya da müzikte önderlik etme vasfını artık üstlenmiyor mu? Zira TRT ekranlarından duyduğum “Benim herif pirzola biftek, kaymaklı ekmek/ Güllaç, revani, barbunya pilaki, ye ye ye doyamazsın” ifadeleri benim aklımı ziyadesiyle karıştırıyor. Ve ailecek izlenen bir devlet televizyonu ekranlarından bu gibi şarkıların dizilere sıkıştırılmasından bir vatandaş olarak hicap duyuyorum.

Şimdi bu, kaliteden yoksun sözlerle oluşturulan ve adına şarkı denerek piyasaya sürülen şeyleri kolayca ekranlarda yayınlayan TRT, o zamanlar sırf “Arap müziği”, “minibüs müziği” yahut da “karamsar müzik” gerekçeleriyle arabesk sanatçılarına yer vermezken, o müzik türü ne tür zorluklar içerisinden yükselerek şu an ekranlarda, radyolarda ve artık her türlü platformda hak ettiği yeri almış devam edelim isterseniz süreci anlatmaya…

TRT, Orhan Gencebay’ı 1980 yılında sürpriz bir şekilde lütfederek “Yarabbim” isimli şarkısıyla “yılbaşı programı” için televizyon ekranına çıkarır. Bu durum yılbaşı ve bayramlar gibi özel günlerde ismi arabesk müzikle anılan sanatçıların TRT’nin ekranlarına konuk olarak çıkabilmesinin de miladı olur tabii. Ancak bu bir başlangıç olsa da arabesk müzik sanatçıları genellikle ünlü oldukları arabesk eserleri seslendirmekten ziyade Türk sanat müziği ve Türk halk müziği eserleri okurlar. Yani aslında yine kendilerini icra edemezler. O dönem 1987 yılında “Helal Olsun” isimli kasetiyle birlikte arabeske başlayan Zeki Müren de yılbaşı programlarında ekrana çıkan sanatçılar arasında yer alırken, arabeskle ismi örtüşen isimlerden biri olan İbrahim Tatlıses de 1990 yılının Kurban Bayramı gecesi TRT halk müziği repertuarından uzun hava seslendirir.

Siyasetin de arabeske olan yaklaşımı, müziğe destek verir tabii. Özellikle Turgut Özal ve ailesinin arabesk sanatçılarıyla yakın ilişki içerisinde olması, ki Hülya Koçyiğit’in kızı Gülşah Koçyiğit’in nişan töreninde Özal’ın Orhan Gencebay ile dostane sohbeti bu anlamda dikkat çeker. Özal’ın Gencebay’la olan bu yakın sohbeti basına “Arabeske Başbakan düzeyinde destek” başlığıyla yansır.

Bayram Bilge Tokel, 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın Türkiye’yi şarkılı-türkülü seçim kampanyalarıyla daha yakından tanıştırdığını kaydeder. Hatta şarkılı-türkülü seçim kampanyalarını “seçimlerin alamet-i farikası” olarak değerlendirir. Bununla birlikte müzik ile siyaset ilişkisinin siyasi parti seçimlerine de yansıdığını ve “öncülüğü ANAP’a ait olan bu yeni uygulama” için popüler müzikten faydalanıldığını, böylelikle mitinglerin konser havasında gerçekleştirildiğini söyler. Ayrıca ANAP, “Seni Sevmeyen Ölsün” isimli 1987-88 yıllarının en popüler arabesk şarkısını, 1988 seçimlerinin kampanya müziği yapar. Bunları yaparken bir yandan da medyayı kullanarak popüler bir figür olmayı başarır. Karısının elinden tutup İbrahim Tatlıses dinleyen, seçim sonrasında sonuçları arabasında takip ederken ‘Semra bir kaset koy!’ diyerek keyifli olduğu imâsını veren Özal, TRT’nin yasaklamış olduğu müziklerden zevk aldığını söylemekten çekinmez.

Bütün bu olaylar, TRT’nin her ne kadar arabeski dışlasa da kayıtsız kalamayacağı günlerin habercisidir. Yani aslında kurumdaki değişim bizzat kurum yöneticilerinin arzusuyla değil de zaruri dış etkenlerden kaynaklanıyor diyebiliriz.

Arabeskin içinde bulunduğu bu enteresan sürece, bir de ilerleyen süreçte Neşe Karaböcek’in tebessüm ettiren ve “acılı kebaba” benzeteceği “acılı-acısız arabesk” tartışmaları eklenmez mi? “İzahı olmayan şeylerin mizahı olur” derler ya o cinsten… Neşe hanıma arabesk müziğiyle alakalı “acılı kebap” benzetmesi yaptıracak ortam nasıl gelişti dersiniz? Devam edelim anlatmaya…

Hükümetle TRT’nin arabeske yakınlaşmasının doruk noktası, Şubat 1989’da İstanbul’da, zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz’in organize ettiği Birinci Müzik Kongresi sırasında yaşanır. Hani arabesk şarkılar halkı karamsarlığa itiyordur ya onlara göre, o yüzden kongrenin sonucu da güya insanlara keder ve acı vermeyecek olan ‘Acısız Arabesk’in desteklenmesi yönünde olur. Maksat, acı veren arabeskin acılarını almak ve acısız bir arabeski piyasaya sürmektir. Kongreyle ilgili, haftalık Hafta Sonu gazetesinde çıkan bir yazıya göre TRT, sözleri kaderci olmayan müziği ‘tanımaya’ hazırdır. Bu yeni tip arabeskin ilk örneği, Hakkı Bulut’un söylediği, Batı tarzı hafif müzik bestecisi Esin Engin’in bestelediği ‘Sevenler Kıskanır’ adlı şarkıdır. Bu parçayı içeren kasetinin yoğun reklamı yapılmasına ve Hakkı Bulut’un Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nde şarkıyı seslendirmesine rağmen bu ilk deneyim, ticari bir fiyaskoyla sonuçlanır.

Ahh ahh… “Ne uğraştınız şu arabeskle” diye haykırası geliyor insanın içinden derin bir “off” çekerek. İnsan yazarken ve düşünürken bile yoruluyor o dönemde yaşananları. Bizzat verilen mücadeleleri ve yaşanan sıkıntıları düşünemiyorum doğrusu…  

Prof. Dr. Nazife Güngör de arabesk şarkıların “acı ve keder içermek gibi bir zorunlulukları” olmadığının altını çizerek yukarıdaki uygulanan stratejiyi bir “yanılgı” olarak değerlendirir. Zira arabesk şarkıların keder ve acı içerikli olmasının yanında mutluluk ve umut içerikli olanları da vardır. Zaten Hakkı Bulut’un söylediği ve “acısız arabesk” için bahsi geçen şarkının da mesajlarının acıya ve üzüntüye kapalı olduğu söylenemez ki, şarkının teması “kıskançlık”tır. Dolayısıyla acı ve kederden arındırılmış bir alternatif olarak arabesk müziğin karşısında konumlandırılan Hakkı Bulut’un “Seven Kıskanır” şarkısı, aslında yine içinde acıyı barındıran bir şarkıdır. Bu durum hem sanatçıya hem de sanatçının çabasına ve sanat eserine doğrudan politikanın etkisini gösterir ki arabesk, dönemin yöneticilerinin elinde ne yapılacağına bir türlü karar verilemeyen bir oyuncak, bir oyun hamuru gibidir adeta. Çünkü “Acısız” diye ortaya atılan şarkı da acıdan yoksun değildir. Şöyle bir düşünüyorum da hani Sezen Aksu şarkısının birinde diyor ya, “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” diye… O dönemin TRT’si duymasın ama acısız şarkı, türkü, şiir sanat mıdır gerçekten? Hangi sanat dalı yahut sanatı da geçtim hangi insan acıdan geçmemiş de tam olmuş, hamlıktan kurtulabilmiş bilemiyorum gerçekten. Yani arabeski yasaklama gerekçelerinden biri olan “kederci”, “kaderci” ve “acılı” mazeretleri, içi doldurulmak için epeyce çaba harcanan ama elle tutulur hiçbir gerekçeyle içi doldurulamayan bahaneler olarak karşımızda öylece kalakalmıştır.   

Peki bu acısız arabesk olayıyla ilgili Orhan Gencebay ne söylüyor dersiniz? Bakın sanatçı bu konuyla ilgili ne diyor, “Acısız arabesk bir kere bana çok komik geliyor. Müzikte hep olay olur. Sevinç de dramatik de. Hüzün, halk ve sanat müziğimizde de var. Dinlemedik ama devlet arabeskinin de farklı bir şey olacağını sanmıyoruz.”

Tıpkı Orhan Gencebay gibi radyo sanatçılığı (TRT) geçmişi olan ama piyasaya yönelen Neşe Karaböcek de konuyu bahsettiğim üzere Adana kebabına benzeterek, “Acılı acısız tartışması ile müziği Adana kebabına döndürdüler. Ben devletin müziğe müdahale etmeye kalkışmasını yanlış buluyorum. Hem de ülkemizde resmi organların uğraşması gereken o kadar çok problem varken. Bıraksınlar müzikle müzisyenler uğraşsınlar” diyor. Çok da doğru söylüyor zannımca.

Nitekim Orhan Gencebay da bir zamanlar radyoda yani TRT’de görev yaptığının altını “ben bir zaman TRT’nin içinde görev yapmış bir adamdım. Çok iyi biliyordum onları, onun için kendi yaptığımdan son derece emindim” ifadeleriyle çizer. Dolayısıyla TRT içindeki “katı kurallar”a zaman zaman değinen Orhan Gencebay, BBC Türkçe radyosuna verdiği mülakatta kullandığı “mesele katı kurallardan kaynaklanıyor” diyerek arabesk müzik tarzının katı kurallar nedeniyle ortaya çıktığını özellikle vurgulayarak şunları söyler: “TRT’nin içerisinde alışılagelmiş bir söyleme biçimi var, belirli kalıplar var, o kalıpların içinde söylüyor herkes ve o kalıpların dışına çıkıldığı zaman reddediliyor. Bence insan yapısındaki farklılıklar, değişiklikleri oluşturur. Mesela her insanın hançere yapısı, gırtlak yapısı farklıdır, bu gırtlak yapısının farklılığı yorum farklılığı getirir. TRT bunu kabul etmiyor. Israrla böyle okuyacaksın diyor. Hâlbuki bıraksa sanatçıyı kendi haline, dese ki notası bu, parça budur, artık sen gırtlağının getirdiği yapının farklılığıyla yorum yap... TRT’nin görevi iki tane Halk Müziği ve Sanat Müziği olduğu için tür olarak; ikisini de ayrı ayrı olarak konuşmak gerekir tabii. Ama ne olursa olsun her ikisinde de onların kabullenmiş olduğu bir tarz var; bir belirginlik var. O belirginliğin dışına çıkıldığı zaman TRT reddediyor. Ben de bu belirginliğin onlar tarafından konulmuş çok katı bir kural olduğunu, hançere yapısının farklılığından gelen yorumlara açık olmaları gerektiğini söylüyorum. Sadece TRT bünyesinde, o katı kurallar içinde değerlendirmeyelim, olayı. Sanat müziği de şekil değiştirmektedir. Onun için o eski üretenler, o iyi üretenler zamana uyamamaktadır, diyebiliyorum. Eski formlar değişmeye başlamıştır; ama daha oturmuş bir durum yoktur. Arabesk denen tür, hepsinin arasında bir köprü görevi yapmaktadır.”

Gencebay’ın “katı kurallar” olarak bahsettiği şeye işaret eden Nermin Kaygusuz da TRT’nin kemençe sanatçısı Cüneyd Orhon’u anlattığı bir makalesinde Orhon’un “Türk müziğinin tutucu kesiminden aldığı bütün tepkilere rağmen” bir popüler müzik eseri olan Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar” şarkısına hem kemençe çaldığını hem de şarkının notalarını yazdığından şöyle bahseder: “Cüneyd Orhon büyük bir cesaretle kemençeyi gitarla beraber bir hafif Türk müziği (isterseniz şimdilerdeki söylemle Türk pop müziği diyelim) parçasında ilk kez kullanmıştır büyük bir cesaretle. Çünkü o zamanlar Türk müziği dünyasında Türk müziği - Batı müziği kutuplaşması zirvedeydi. Bir Türk müziği çalgısının Batı müziği enstrümanlarıyla ve Batı müziği formatıyla kullanılması kabul edilir gibi değildi. Bu şarkı hemen hepinizin hatırlayacağı Barış Manço’nun ünlü “Dağlar Dağlar”ıdır… Daha sonra Cüneyd Orhon, Barış Manço’ya bu plakta eşlik etti ve belki de Türk müziği dinleyicileri ilk kez kemençeyle bu kadar yakından tanışmış oldular. Yaklaşık 200 yıldır Türk sanat müziği gruplarında esas çalgılarından biri olan kemençe toplumda çok fazla bilinmiyordu. Bu büyülü sesli çalgıyı Cüneyd Orhon, Türk müziğinin tutucu kesiminden aldığı bütün tepkilere rağmen, büyük ileri görüşlülüğü ve cesaretiyle kitlelere ulaştırmış oldu. Şu işe bakın ki hemen kimse “Dağlar Dağlar”ı bu kadar ünlü yapan ve sevdiren nağmeleri Cüneyd Orhon’un notaya aldığını ve çaldığını bilmez. O şimdilerde “sanatçı” diye geçinen birçok magazin kuklasının aksine isminden söz ettirmeyi hiç düşünmedi ve yaptığı işin hazzıyla yetinmeyi tercih etti.”

Görüldüğü üzere zamanında sadece arabesk değil pop müziğinde de TRT’nin katı kurallarını bariz bir şekilde görmek mümkün. Ancak yenilikçi ve yaptığı işin ehemmiyetine inanan hatta TRT’nin içindeki sanatçılara rağmen yine TRT içinden çıkan vizyoner sanatçılar sayesinde bugün birçok güzel eserleri dinleyebiliyoruz. Bu değişim, dönüşüm ve artık TRT’nin kabuğunu kırmış ve yeniliklere açık bir kurum haline gelmiş olması elbette takdire şayan. Ancak bir yanda sanat için verilen ve “rağmen”lerle yükselerek hak ettiği yeri bulan kıymetli bir mücadele dururken, olay Benim herif pirzola biftek, kaymaklı ekmek/ Güllaç, revani, barbunya pilaki, ye ye ye doyamazsın”a kadar gelmemeliydi.

Midemiz bulanıyor...

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar