Toros Dağları’nın güney yamaçlarına yaslanmış olan Gurgum Krallığı, bugün başkenti Kahramanmaraş (Markasi) olarak bildiğimiz coğrafyada, ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Dicle’nin ötesinden yükselen Asur İmparatorluğu, Mezopotamya'dan sonra Anadolu’ya doğru genişliyordu. Kral II. Sargon, artık Gurgum’un sadakatinden emin olmak istiyor, kral Mutallu’nın bağımsız tutumuna göz yummuyordu.
Sargon’un ordusu, Ninova’dan harekete geçtiğinde gökyüzü kurşuni bulutlarla doluydu. Asur ordusunda on binlerce asker vardı: Ağır zırhlı süvariler, demir başlıklı mızrakçılar, mancınıklar ve yağ dökücü kulelerle donatılmış bir işgal gücü. Her klan, her direnen kabile, önceden eze eze ilerleyen bu ordunun yoluna çıkmış ve ezilmişti.
Gurgum, doğal bir kale gibiydi. Ovaları çevreleyen dağ sıraları, savunma için ideal bir avantaj sağlıyordu. Mutallu, savaş meclisini topladı. Tecrübeli savaşçılar, dağlık bölgelerde savaşmayı önerdi. Şehir surları güçlendirildi, kadınlar ve yaşlılar silah taşıdı, ok uçları bilenip fıçı fıçı katran hazırlandı.
İlk çarpışma, kentin doğusundaki dar geçitlerde yaşandı. Asur öncü birlikleri, vadilerde pusuya düşürüldü. Gurgum okçuları, dağ yamaçlarından yağmur gibi ok yağdırırken, taş yuvarlayan savaşçılar Asur’un ağır süvarilerini etkisiz hale getirdi. Asurlular ilk günlerde zorlandı, ama ilerlemesi durmadı.
Sargon, bu direnişi kırmak için ordusunu üçe böldü. Birliklerinden biri, kuzeyden dolanarak Gurgum’un iç hatlarını sarmakla görevlendirildi. Diğeri, surlara karşı doğrudan saldırı başlattı. Gece gündüz mancınıklarla vurulan şehir, toprakla karışan taş duvarlar ve yanık ahşap kokusuyla sarsıldı.
Gurgum halkı pes etmiyordu. Her saldırıdan sonra taşlar yeniden örülüyor, yaralılar savaş hattına dönüyordu. Bir akşamüstü, düşmanın surlara tırmandığı sırada, Mutallu’nın oğlu Palutana, elinde kılıcıyla bir kulede son direnişi yönetti. Düşmanı geri püskürttü ama ağır yaralanmıştı.
Sargon’un son hamlesi kararlıydı. Şehrin su yolları kesildi. Aylar süren kuşatma sonunda halk zayıflamaya, yiyecek tükenmeye başladı
Mutallu, kuşatmanın kırılma noktasına yaklaştığını biliyordu. Asur ordusu yorulmuş, fakat çözülmemişti. Onları şaşırtmak için cesur bir plan kurdu. Bu defa sessizce yaklaşmak ya da çadırları tutuşturmak yoktu; düşmanın yüreğine korkuyu saplayacak bir mesaj gerekiyordu.
Gece yarısına yakın, sisin ovaya indiği o saatlerde, Gurgum’un demir maskeli savaşçıları "Kara Gözcüler" olarak bilinen seçkin birlik Asur kampının doğu kanadına doğru harekete geçti. Ellerinde çıngıraklı yılanlarla dolu deri torbalar, sırtlarında taş çuvallar vardı. Yaklaştıklarında, sessizliği bozan garip sesler yükselmeye başladı: Hayvan çığlıkları, kadın feryatları, anlaşılmaz çığlıklar. Bu sesler vadide yankılanıyor, Asur askerlerinin zihnini bulandırıyordu.
Kampın çevresine gizlice gömülen ayna parçaları ve parıltılı taşlar, ay ışığında parlıyor, göz alıcı bir illüzyon yaratıyordu. Asur askerleri neyle karşı karşıya olduklarını anlamadan mızraklarını kapıp savunmaya geçti. Oysa saldırı daha başlamamıştı bile.
Ani bir gürültüyle, Kara Gözcüler yüksek sesten yankı yayan taş sapanlarla kampın içindeki su depolarını hedef aldı. Ardından özel olarak hazırlanmış duman meşaleleri yanan katran ve adaçayı karışımı rüzgarla birlikte kampın içine doldu. Asurlar birbirini görmez oldu, öksürükler içinde kaldılar.
İşte o an, kampın batı cephesinde sahte bir saldırı başlatıldı. Kazıklara geçirilmiş deri kuklalar, alevli mızraklarla ileri doğru sürüldü. Asur birlikleri bu cepheye yönelince, gerçek darbe kuzeydoğudan geldi. Mutallu’nın 12 kişilik elit takımı, sadece komutan çadırlarını hedef almıştı.
Ancak Asur’un komutanları tecrübeliydi, bu manevrayı fark etmişlerdi. Sargon’un muhafızları neredeyse sessizce mevzilenmiş, pusuyu bekliyordu. Gerilim çatışmaya dönüştü; Gurgumlu savaşçılar göğüs göğüse dövüşte can verdi. Mutallu, uzak tepeden bu son denemeyi izlerken yumruğunu sıktı: "Savaş, ancak aklı aştığında kaybedilir" dedi içinden.
Ertesi sabah, Asur’un kuşatma kuleleri ve orduları gayet kızgın bir şekilde surlara dayanmıştı. Devasa mancınıklarla eşzamanlı olarak kullanılan koçbaşları, özellikle güney kapısını hedef aldı. Uzun süredir sarsılan duvar, ardı ardına gelen darbelerle çatladı. Asur mühendislerinin geliştirdiği ziftle kaplı, demir uçlu koçbaşı, son bir darbeyle kapıyı paramparça etti. Şehrin içinden yükselen çığlıklar, artık Gurgum’un düştüğünü ilan ediyordu.
Asur askerleri şehre girdi. Mutallu esir alındı ve Ninova’ya zincirlerle gönderildi.
Kafes arabada Ninova’ya zircirlerle perişan halde giderken babası Tarhulara’yı tahta geçmek için öldürdüğünü ve bu mağlubiyetinin kendisine ceza olarak verildiğini düşünüyordu.
Ama artık çok geçti. Gurgum’un toprakları Asur’un bir vilayeti olarak kayıtlara alınmıştı. Savaş sona ermiş ve halkın direnişi taşlara, anlatılara, ağıtlara kazınmmıştı.
Bugün Kahramanmaraş’ta bulunan bazı höyüklerde, Gurgum dönemine ait yazıtlar ve sur kalıntıları hala keşfedilmeyi bekler. Ve her kazılan toprak, bir zamanlar bu dağlık topraklarda olan her şavaşı ve kopan fırtınayı sessizce fısıldar.
Kahramanmaraş Birlik Platform Araştırmaları
Yararlanılan Kaynaklar:
Grayson, A. Kirk. Assyrian Rulers of the Early First Millennium BC II (858–745 BC), University of Toronto Press, 1996.
Hawkins, J. D. "The Inscriptions of the Kızıldağ and the Karasu (with a note on Gurgum)," Anatolian Studies, Vol. 33, 1983.
Bryce, Trevor. The World of the Neo-Hittite Kingdoms, Oxford University Press, 2012.
Saygılarımla,
Alper ESKİKILIÇ
KMBP GRUP YÖNETİCİSİ



YORUMLAR